“Sizin anlattığınız Çerkesleri etrafımda görmüyorum” (3. Bölüm)

0
620

Gençler çok önemli…

-Gençlere dair neler söylemek istersin?
-Gençlere dışarıdan hiçbir şey yapamayız. Önce evlerinden alacaklar. Daha da önce bizim yaşımızdakiler eğitilecek ki o gençlere bir şeyler aktarabilsinler. Çok konuşmamız lazım gençlerle. Konuştuğumuz gibi de davranmamız lazım. Bir genç bir ara “Siz bana Çerkesler şöyledir böyledir diyorsunuz ama ben o anlattığınız Çerkeslerden etrafımda hiç görmüyorum” demişti. Doğru demişti.

Tabii ki o anlattığımız Çerkesler gibi biz de yaşayamayız. Ama bir şeyler olmalı üzerimizde. Tarif edemeyeceğimiz bir şeyler olmalı. Tanıştığım hemen herkes “Sizde bir farklılık var, siz nesiniz” diye soruyor. Bu farklılığı kaybetmememiz lazım, bu çok önemli. Çerkes değilsem ben hiçbir şeyim. Çerkesliğim önemli. Çerkes değilsem neyim? Etten kemikten, yiyen içen, yatıp uyuyan birisiyim yani. Farklı olduğumuzu çocuklara anlatmadığınız ve de gösteremediğimiz takdirde sahip çıkmayacaklardır. Çünkü etraflarında çok fazla başka uyarıcı şeyler var. Eskisi gibi değil, bizim zamanımızda yoktu.

Sosyal yaşantıda uygulanan ritüellerin ne kadar anlamlı ve gerekli olduğunu anlatabilirsek, sosyolojik açıdan da mantığını-denklemini çözümleyerek anlatırsak sahip çıkacaklardır. Anlatmıyoruz, ayıp diyoruz. Ayıp değil, ayıbın ötesi var. Niye ayıp olsun ki? O bir düzenin sistematiği. Bunu anlattığımız zaman, ona sahip çıkacak. Gençler artık çok şey biliyor ve farklı olmak hoşlarına gidiyor. Bir de anadilimizi konuşamadığımız için düşünce, algılama sistemimiz de konuştuğumuz dil gibi düz. Türkçe düşünüp Türkçe yaşıyoruz.

-Kimlik aidiyeti için biraz da tarih bilmek gerekmiyor mu, anlatarak olabilecek mi? Gençlerin okuması, araştırması da gerekmez mi?
-Bizim zamanımızda şimdiki gibi okunacak kitap yoktu henüz. Bir tek dergi çıkardı bir de Lermontov’un “İsmail Bey”i vardı elimizde. Konuşulanla ve evde yaşanılanla büyüdük. Her akşam birileri gelirdi, mutlaka bir şeyler anlatılırdı, o zaman önemini fark etmediysem de bir şeyler kaldı bir yerlerde.

Onun için kitapsız olmaz diye bir şey değil bu iş. Ha kitap tabi çok daha önemli, çok daha başka şeyler öğreniyorsunuz. Ama çocukların hatta hiç kimsenin kitap okumayı sevmediği bir kültürün içerisinde olduğumuz için burunlarına illa kitap dayamak itici bir şey aslında.

-Senin gençlik döneminden biraz konuşsak…
-Gençliğimizde, hafta sonları dernekteysek mesela çarşamba akşamları da ev ev gezerdik. Mahinur, Orhan, Ünal, Fahri, Avni, Hüda bir gruptuk. Mutlaka bir eve giderdik, büyük olan bir eve giderdik. Müsaitse ev bir de düğün yapardık. Avni kendisi kadar akordeonla müzik yapardı. Artık ev ziyaretleri kalmadı, biz bile gitmiyoruz, bunu kaybettik. Bizim zamanımızda kimse “Kızım-oğlum yarın dersin var git yat” demezdi. Hatta gece vapur seferleri biterse sabaha kadar oturulurdu. Eğer büyükler bir arada ise biz kapının orada oturur dinlerdik, kimse gidin içeride oturun demezdi. Şimdi ne yapıyoruz? “Dersin var, git dersine çalış”.

Artık çocukların, gençlerin misafir kültürü yok, insana tahammülleri de yok. İnsana tahammülü de öğreniyorsunuz o zaman. Uykunuz geliyor, kafanız düşüyor ama oturup onu dinlemek veya dinliyor görünmek zorundasınız. Bunlar bile bir yaşam biçimi, insanına aklında, bilinçaltında bir şeyler bırakan şeyler.

Gençlik sonsuzluk demek. Ölümsüzlük demek bence. Onun için gençler çok önemli. Ama biz hiçbir şey yapmıyoruz ki. Şu çok önemli; dans çalışmaları sadece sahneye çıkıp oynamak olmamalı. Önce o çocuğa, gence biraz geçmişini anlatacaksınız, ne bileyim iki ay böyle sohbetler yapacağız diyeceksiniz, dans öğrenmek isteyen kişiye. Önce kendi tarihini, nereden geldiğini, nasıl bir yaşam tarzı veya anlayış olduğunu bilmesi lazım. Farklılığı sağlayan Xabze. Yoksa herkesin eti, kemiği, beyni var. Farklı kılan tek şey Xabze. Sonra giyim, kuşam, davranış, oturup-kalkma, onu anlatacaksınız. Sıkılırsa kendi bilir, sıkılıp gelmeyebilir, zaten o insan ile bir şey yapamayacaksınızdır. Ama bu mutlaka ve mutlaka yapılmalı.

-Dans tek başına dans değil gerçekten.
-Azamat gelmişti Kafkasya’dan ve bizim çocuk ekibini çalıştırmıştı bir yıl. Her oyun sonrası salonda oturur, çocukları da yanına alır, konuşurdu, hatta harita üzerinde anlatırdı. Sohbet gibi. Bu tür şeyler çok önemli. Şimdi gençler geliyorlar, sorsanız Kafkasya haritada nerede, artık o kadar değil belki ama gösteremeyecek çoktur. Derneklere gelenler dışında bunu gösteremeyecek o kadar fazla insan var ki. Gerçi genel eğitimde de şimdi Türkiye’de böyle galiba. Ama böyle olmamalı. Bunun farkına varıp önüne geçebiliriz, üzerine kafa yoran insanlar olarak.

Rengin Yurdakul

Abzeh, Tsey.
01.01.1950’de İstanbul Cankurtan’da dünyaya geldi.
Annesi Şahide Uz Yurdakul, (Bandırma-Yenisığırcı) Kabardey, Kodz.
Babası Hasan Basri Yurdakul, (Gönen-Ayvalıdere) Abzeh, Tsey.
İlkokulu Fatih – Atik Ali İlkokulunda, ortaokulu Cağaloğlu – İstanbul Kız Lisesinde okudu. Mezuniyet sonrası önce dil geliştirmek ve de meslek edinmek için kızkardeşi ile Almanya’ya gitti. Münih’te teyze ve eniştesinin yanında kaldı. Fr. Groh Kosmetik Fach Schule’den mezun oldu. 1970 yılında İstanbul’a döndü.
Jabağı adında bir oğlu var.

Dans kıyafeti, makyaj

-Şamil Vakfı’nda dansçılar için makyaj dersleri de yapardık. Kafkasya’dakiler şöyle boyanıyorlar diye bizim öyle boyanmamız gerekmiyor. Makyaj yüzü ve hatları belirlemek demektir. Boya sürmek, renk sürmek demek değildir. Sürülen renkler organları; gözü, kaşı, dudağı ortaya çıkarmak içindir. Bunun için de cart kırmızı boyanmak gerekmemektedir. Bir defasında ekipten genç bir kıza söylemiştim, “Kırmızı ruj sürmeyeceksiniz, zaten lacivert elbise giyiyorsunuz, kırmızı ruj çok göze batar” demiştim, dinlememişti tabii. Bunlara dikkat etmemiz lazım. Sahnede gözlerin uzaktan görülebilmesini sağlayacak renk seçilmeli. Mesela benim gözüm mavi, maviyi kullanırsam gözüm kaybolur, yakışmaz.
Her renk insanımız var. Koyu esmerinden, pudra beyazına varana kadar. Bir ekip elbisesi yapacağınız vakit bütün hepsini aynı gösterecek bir renk seçmeniz lazım. Birinin esmerliğini ortaya çıkaracak, öbürünün beyazlığını karartacak değil. Geçenlerde internette bir resim gördüm, hangi derneğin ekibi bilemeyeceğim, sarı kırmızı bir elbise giydirilmiş. İzleyenin aklına önce futbol takımı gelecek, eteği kısa, beyaz pisiler gözüküyor, bir de yakasız saten. O çirkin şeye verilen paraya da yazık. Bir sene bir dernekte kumaşı kendinden püsküllü bir elbise dikilmişti püsküllü kumaştan, çarliston elbisesi gibi, neymiş kumaşı bedava almışlar. Biz çirkin ediyoruz kendimizi, çirkinleştiriyoruz.

-Bir de kısa elbise konusu var…
-Kısa elbiselerin üstü aslında içe giyilen ceket, alta giyilen elbisenin eteğinin uzun olması lazım. Neymiş? Kızın ayak figürleri sahnede gözüksün… Ama o kız döndüğü vakit bacakları beline kadar gözüküyor. Bir gazeteci sormuştu, “Kızlar sahnede neden göğüs göğüse geliyorlar, karşılıklı zıplarken” diye. Ne diyeceğimi şaşırmıştım, “ayakları tökezlemiştir” gibi bir şeyler uydurdum. Nalmes’i taklit ettikleri için çıkardılar o kısa elbiseleri. Nalmes’i taklit etmeyin, Nalmes ne yaparsa olur. Burada öyle değilsin sen. Burada sen özünü sımsıkı tutup korumak zorundasın. Çünkü en ufak bir olumsuzlukta yüzüne hainliğini, moskofluğunu, kaçaklığını falan vuracaklar zaten.

Bir de şu var; gençler her türlü dansı yaparak başlıyorlar hayata. O ayağa alıştığınız vakit kendi dansınızda kendi ayağınızı oynayamazsınız. Mutlaka kalça hareket eder. Oysa bizde kalça hareket etmez. Ne erkekte ne de kızda. Erkek şimdiki gibi öyle çırpınmaz da. Şimdi kızlar bile çırpınıyorlar. Rahmetli Rasih Savaş ile Halis Aşetey, “akrobasi yapıyorlar” diye ne çok kızarlardı.

-Bilen birilerinin sesini yükseltmesi işe yarar mı?
-İşi bilen pek çok kişi, işi bilmeden bilen gibi görünenler nedeniyle ve “aman birilerini küstürmeyelim” diye konuşmuyor. Ben de “o da kim” diyecekler diye yakın zamana kadar konuşmadım. Artış yaşımı başımı alınca kim ne derse desin umurumda değil diyorum ve konuşuyorum.

Rustavi geldiğinde, karanlık oluyor ya gösteri sırasında, (çantamda mutlaka kalem-defter olur), bütün kıyafetlerini çizmiştim o karanlıkta. Şimdi de hala aynı şeyi yapıyorum, nerede ne yaptıklarını da yazıyorum. Yazdığımı gören ve bu işin başı insanlar var, ne yazdığımı sormuyorlar, ne yazdığımı biliyorlar çünkü ve onu duymak istemiyorlar. Oysa derim ki her organizasyonda çekimler yapalım, sonra oturalım izleyelim, nerede ne yaptık, kendimizi görelim. Beğenmediklerimizi görelim ve bir dahaki sefere yapmayalım. Hiç kimse buna yanaşmadı. Hiç kimse kendi kendiyle ve eksikleriyle yüzleşmek istemiyor.
Kendimizi kötü tanıtma lüksümüz yok. “Eğlenmeye geldim”, yok öyle şey! Eğlenmeye gelebilirsin, yanı sıra eğlenebilirsin ama o işi iyi yapacaksın!

TV programları var ya, en nefret ettiğim kelime “Yarışmaya gelmedim, eğlenmeye geldim”, öyle bir şey yok. Sen o yarışmanın sonunda ciddi bir para alacaksan, eğlenme değil o. Çok saçma. Yaptığınız işi iyi yapacaksınız.

 

Röportajın çözümlenmesindeki katkıları için Canberk Apiş’e teşekkür ederiz.


Tavuğun milliyeti oluyor da benim niye olmuyor?

1999 yılında Marmara Üniversitesi’nin Ulusal Egemenlik Haftası Anma Toplantısına katılmıştık. Cumhuriyetin 75. kuruluş yıl dönümü etkinlikleri yapılıyordu. Dedik ki artık kendimiz çalıp kendimiz söylemeyelim, kendi salonlarımızda biz konuşuyoruz biz dinliyoruz. O seneler AB vb. derken biraz daha rahat bir ortam da var. Kendi salonlarımız dışında bir yerlerde de konuşabiliriz dedik, bu kapsamda “Cumhuriyetin kuruluşunda biz de vardık” diyelim, dışarıya açılalım istedik. Bir konferans düzenleme fikri oluştu, BeratBırfın Bir “Bizim üniversitede yapalım” diye önerdi. Marmara Üniversitesi İbrahim Üzümcü Kültür Merkezini ayarladı Berat. Konu başlığımız belli, gönderdik, onlar bu olmasın da şu olsun dediler. Oradaki Çerkes kelimesi tedirgin etti, yerini değiştirdiler ama aslında anlamda çok bir şey farketmiyordu. Dediler ki “Bizden de iki hoca olacak. 29 Ekim’e yetiştiremiyoruz, 23 Nisan’da yapacağız”. Tamam dedik.

Konferans salonu hayli kalabalıktı, hocaların talebeleri de geldiler. Bizim konuşmacımız Sefer Berzeg, 15 dakikalık süre verdiler, en son konuşacak, ardından dans ekibi çıkacak, bizden. Sefer Berzeg sıra kendisine gelince “15 dakikalık süre benim konuma yeterli değil, çok hızlı konuşacağım müsaadenizle” dedi. Başladı ve bir iki cümle söyledi ki ön sıradan bir işaretler oldu. Moderatör ne yapacağını şaşırdı ama Sefer bey onu gördü. Derken öndeki şahıs ayağa kalktı, genç biri, kes işareti yapıyor moderatöre. O ne yapacağını şaşırdı, kestirse olmuyor, kestirmese olmuyor, ona çok aykırı gelmedi belki de. “Efendim vaktiniz daralıyor” diye araya girdi. Ama Sefer bey durmadan devam ediyor, derken öndeki şahıs, dekanmış meğer, bu sefer sesli müdahale etti “Burası böyle şeyler konuşulacak yer değil, bu çatıda böyle şeyler konuşulmaz” dedi.

Moderatör telaşlandı, “Bakın Sefer bey, biz aslında Çerkesleri çok severiz, Çerkes tavuğunu çok severiz, Çerkes kızı şöyledir, Çerkes oyunlarını severiz” deyince Sefer bey “Hocam tavuğun milliyeti oluyor da benim niye olmuyor?” dedi. Bütün öğrenciler kahkaha attılar, tabi hocalar bozuldu. Konuşmayı bitirdiler. Sonra yemekte deniz hukukuyla ilgili hoca ve moderatör çok ilgilendiler Sefer beyle ama iş işten geçmişti.


Ulusal Egemenlik Haftası Anma Toplantısı

26 Nisan 1999
Saat 10.00
Yer: Marmara Ünv. Dr. İbrahim Üzümcü Kültür Merkezi.
Göztepe-İstanbul

Program, saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile açıldı. Açılış konuşması Marmara Ünv. Rektörü Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel tarafından yapıldı. Bu panelin düzenlenmesi için tertip komitesinde görev alan ve aynı zamanda oturum başkanı olan Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Cevdet Küçük, konuşmacıları tanıttıktan sonra günün önemini belirten kısa bir konuşma ile oturumu başlattı.
İlk konuşmayı M.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden Prof Dr. Cengiz Okman yaptı. “Ulusal Egemenliğe Organik Yaklaşım” adlı konuyu her nedense çok anlaşılmaz bir biçimde anlattıktan sonra, “Hukuki Çerçevede Ulusal Egemenlik” adlı konuşmayı da Hukuk Fakültesinden Doç. Dr. Hakan Baykal yaptı. Biraz kapitülasyonlardan, biraz da diğer hukuksal yönlerden bahsederek konuşmasını bitirdi. Sıra son konuşmacı Avukat ve araştırmacı yazar Sefer Berzeg’e gelmişti.

Sefer Berzeg’in konuşması “Kafkasyalı Göçmenlerin Türkiye’de Demokratikleşme Mücadelesine ve Kurtuluş Savaşına Katkıları” olarak belirlenmişti. Ancak konuşmasına başlayalı daha birkaç dakika olmuştu ki M.Ü. Atatürk Eğitim Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Birol Emil ve Güzel Sanatlar Bölüm Başkanı Prof. Bünyamin Özgültekin, oturum başkanına çeşitli el işaretleri ile konuşmanın kesilmesini istediklerini belirttiler. Oturum Başkanı Prof. Dr. Cevdet Küçük son konuşmacı Sefer Berzeg’e konuşmasını bitirmesine dair uyarılarda bulundu. Sefer Berzeg ırkçılık ve de ayrımcılık içermeyen, “sadece insanlara bu ülkenin kurulmasında Kafkasyalıların ne denli emeğinin geçtiğini anlatmaya çalıştığı” cümlesini güçlükle tamamladı. Prof. Dr. Birol Emil, “Bugün öğrencilerimi de buraya getirdim. Bu konuşmalarınız Ulusal Egemenliğe aykırıdır” diye Sefer Berzeg’e son derece sert bir şekilde (adeta saldırırcasına) karşı çıktı. Oysa öğrencileri, asistanlar ve diğer öğretim üyeleri Sefer Berzeg’e haksızlık yapıldığını, takınılan tavrın yanlış olduğunu her şekilde belirttiler.

Oturum başkanının, Sefer Berzeg’in anlattığı konunun üniversite çatısı altında konuşulmaması gerektiğini, konuşmalarının son derece yanlış olduğunu söyleyince Sefer Berzeg, “Ben buraya, ‘bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan’ demek için gelmedim” diyerek, bu kadar antidemokratik ortamda zaten daha fazla konuşmanın bir anlamı olmadığını söyledi. Güzel Sanatlar Fakültesi Bölüm Başkanı Prof. Bünyamin Özgültekin’in yorumlaması ise çok ilginçti: “Diğer iki konuşmacının günün anlamına uygun ve anlaşılabilir ve çok güzel konuştuklarını ama Sayın Sefer Berzeg’in son derece yanlı, sadece Çerkes ırkını adeta üstün ırk olarak gören, ayrımcı bir konuşma” yaptığını belirtti. Tüm bu saldırılar sürerken Sefer Berzeg Türkiye’de yaşayan Çerkeslerin çok önemli bir yarasına parmak basarak, “Türkiye’de Çerkeslerin yanlızca ‘Vatan Haini’ Çerkes Ethem ile tanındıklarını ve bu olgunun yıllardır, ilkokul birinci sınıftan bu yana çocuklarımızın utancı olarak yaşandığını” belirtti. Ve “Bu çocukların etnik kimliklerinden ötürü kendilerini yaşam boyu vatan haini hissetmeleri sağlanmıştır” dedi. “Oysa Ethem benim dedelerimden birini asan kişi olarak önce benim yadsıdığım bir insandır. Ethem bu ülkeye yararlı olabilmek için kendi soydaşlarına kıymıştır. Artık bu tür yanlışlıklara son vermek gerekliliği ile böyle bir konu seçilmiştir” dedi.

Oturum başkanı Prof. Dr. Cengiz Küçük, “Çok eski tarihlere kadar varan örnekler verdiğini, bu örnekleri de sadece o kimselerin Çerkes olduğunu vurgulayarak anlattığını” söyleyince, konuk Doç. Dr. Süreyya Ülker söz istedi ve oturum başkanına “Bütün Kafkasyalılar Çerkes midir?” diye sordu. “Hayır” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Doç. Dr. Süreyya Ülker “Konuşmacı konuşmasının hiç bir yerinde Çerkesler sözcüğünü kullanmadı, Kafkasyalılar sözcüğünü kullandı” diye hatırlattı. Prof. Dr. Cengiz Küçük, “Bugün yapılan son konuşmanın içeriğinden haberleri olmadığını” belirtince, izleyicilerden Sayın Çiçek Kurmel söz istedi ve “Davetiyede konu başlığının yeterince açık olduğunu, bunun daha önceden tertip komitesine iletilmiş olması gerektiğini, Sayın Başkanın da bu komitede görevli olduğunu” hatırlatması üzerine verilen yanıt çok daha ilginçdi. “Aslında bugün burada başka bir konuşmacı olacaktı ama o gelmeyince Sefer Bey’e haber verdik.”

Oysa panel başvurusunu Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı olarak konu başlığını ve konuşmacıyı yazılı olarak belirterek (sonradan kendileri davetiye üzerindeki şekilde değişmesini istediler ve Vakıf da kabul etti) resmi olarak yapmış, kabul edilmiş, davetiye de bunun üzerine kendileri tarafından bastırılmıştı.

Güçlükle tamamlanan bu son konuşmanın ardından öğrenci ve konuk dinleyicilerin de arzusuna karşın programın soru-cevap kısmı yapılmadan Kafkas Halk Oyunları gösterisi ile kapatılırken Prof. Dr. Cengiz Küçük’ün bunu sunuş tarzı çok daha ilginçti. “Şimdi bir de halk oyunları gösterimiz olacak. Çerkes danslarını çok severek izliyor ve Çerkes tavuğunu da çok severek yiyoruz” deyince Sefer Berzeg haklı olarak itiraz etti. “Hocam tavuk Çerkes oluyor da ben olamıyorum, öyle mi? Bizi kızlarımız ve tavuğumuzdan başka yönlerimizle de biraz tanıyın lütfen” dedi. Prof. Dr. Cengiz Küçük, Sefer Berzeg’in kendilerinin dostu olduğunu, ama bu konunun bu gün burada konuşulmaması gerektiğini tekrarlayarak konuyu ve oturumu kapattı.

Daha sonra kısa bir Kafkas Halk Dansları gösterisi yapıldı ve en çok itiraz eden Hocalar, en çok alkışlayan ve keyif alan izleyiciler oldular.

Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz