Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Sağ popülizm tehlikesinden “Sırp kasabı” Arkan’a

Totalitarizm, faşizm bulaşıcıdır…
Mesela düne kadar küçücük çocukların beynine her sabah “varlıklarını feda ettirmeyi” sokan endoktrinasyon malzemeleri devreden çıkmış olsa bile, belli ki o totaliter formattan geçen beyinler ciddi tahribata uğramışlar; bugün aynı malzemenin içine İslam sosu sokuşturarak, okullarda çocuklara “ant” içiriyorlar.
Yani “orijinal” bile olamıyorlar. Ürettikleri totalitarizm, bir öncekinin ya da dünyadakilerin kötü bir kopyası olmaktan öte gidemiyor. En fazla, içinde üredikleri şablonları yeniden üretiyorlar. İşin kötüsü “alternatif” ant içtiklerini falan zannediyorlar.

“Sağ popülizmin normalleşme tehlikesi”
Belli ki, çok daha parçalara bölünmüş bir “soğuk savaş” mantığı yaşıyoruz. Ama soğuk savaşın hangi tarafında olduğumuz önemli değil… McCarthy’nin ya da Stalin’in tarafı… İşin özü totalitarizm…
Çok ciddi, araştırmacı ve entelektüel görünümlü bir “düşünce” kuruluşu, Almanya’da “sağ popülizmin normalleşme tehlikesi”ne dair “analiz” üretmiş. İnsanın aklına Amerika’da ters şeride giren Karadenizli fıkrası geliyor. Hani radyodan “Dikkat! Otoyolda ters yönde seyreden deli bir sürücü var!” diye bir anons yapıldığında, anonsu duyan Karadenizlinin “Ne bir tane! Binlerce deli var!” demesi gibi bir durum var… Kendinden başka herkeste sorun görme hali yani… İçinde yaşadığımız durum ile fıkra arasındaki fark ise şu: bu dünyada sadece bir tane deli yok; bu dünyanın çok sayıda ülkesinde “sağ popülizm, tehlikeli biçimde normalleşti” bile… Analizi yapanların ülkesi de dâhil olmak üzere…
Korku-düşmanlık döngüsü içinde sağ popülizmin yaşandığı ülke ve ülkelerde, soğuk savaşın ruhunu içinde taşıyanların bugün dünyada sesleri çok güçlü bir şekilde çıkıyor. Mesela 90’lı yıllarda darbeci zihniyet sahiplerinin pratiklerini hatırlayalım…
O zamanlar, eğitime şekil veren yüksek kurumlardan üniversitelere şu minvalde talimatlar gelirdi: “Bilindiği gibi yurtdışında Türkiye aleyhine Ermeni ve Kürt yalanları üretilmektedir. Öğretim üyelerinin yurtdışına çıkarken, önce bize bir uğrayıp gerekli bilgileri almaları ve yurtdışında devletimizi savunmaları gerekmektedir.” Yani “Ey hoca takımı! Siz anlamazsınız, sizi kandırırlar, gelin biz size doğruyu öğretelim” derlerdi ideoloji komiserleri. Sonra hatırlanacağı üzere, 28 Şubatçılar da, öğretim üyelerini, yargı mensuplarını, gazetecileri ve iş çevrelerini ayaklarına çağırıp, “doğruyu öğretirlerdi”… İslamcıların ne kadar kötü olduklarını, memlekete şeriat getirmek istediklerini, falanca şirketlerin ürünlerini almamamız gerektiğini falan anlatırlardı.
Şimdi de ülkemizde olup bitenlerin “doğru” olarak bilinmesi ve anlatılması için talimatlar iletiliyor. Değişen bir şey yok; “hoca takımının kendi özgür iradesi, düşüncesi yoktur, onlara doğruyu anlatmak lazımdır” gibi bir durum yani…
Başka örnekler de var… Her darbe döneminde bir takım komutanlar gazeteleri ve gazetecileri arayıp, “şu şöyledir, bu böyledir; şunu şöyle yazın, bunu yazmayın” diye ayar verirlerdi. Hatta öyle ki, bazı gazeteciler, yazı işleri müdürleri, köşe yazılarını yazmadan, haberi vermeden önce “Paşam, şunu şöyle ifade ediyoruz; zat-ı alileriniz için uygun mudur acaba?” diyerek tam tekmil uyum örnekleri verirlerdi.
Bu formattan geçmiş yeni versiyon aparatçikler, kendilerine söylenenler ile kendi söyledikleri arasında sadece iletken bakır tel görevi yapıyorlar. Darbe olsaydı, darbecilerin iletkeni olacakları gibi…
Ama bu “sağ popülizm tehlikesi”nin “birazcık” uç örnekleri de var…
Yugoslavya dağıldıktan sonra birbirlerinden ayrılan parçalar arasında kendini Yugoslavya’nın patronu ve ağabeyi sanan Sırbistan yönetimi özellikle Bosna üzerinde acımasız politikalar uyguladı. Sırp milliyetçiliği, bir yandan Osmanlı ile girişilen yüzyıllar öncesinden kalan bir Kosova savaşının hafızasıyla “tarih”i ve “kin”i yeniden kurdu; diğer yandan “Bütün dünya Sırplara karşı! Sırp’ın Sırp’tan başka dostu yoktur!” minvalindeki güvensizlik üzerine inşa edilmiş bir faşizmi inşa etti.
Bu faşizmin eli kanlı uygulayıcıları arasında birçok isim çok meşhur oldu… Bunlar oluk oluk döktükleri kanlarla meşhur oldular… Sırbistan Sosyalist Partisi lideri Miloseviç, Sırp genera lMladiç, Bosnalı Sırpların lideri Karadziç gibi isimler “kötülüğün” cisimleşmiş halleri olarak tarihe geçtiler. 2000’lere doğru giderken, daha geride kalan, Hitler, Stalin gibi başka korkunç isimlerin yaptıkları vahşetle yarıştılar. Bütün dünya bu adamların hepsinin lâkabını “Sırp Kasabı” olarak not etti.
Ama bu isimler arasında birisi daha vardı ki, kendisinden sonra gelecek dünyanın kötülüklerine adeta model oldu: diğerlerine benzer şekilde gene “Sırp Kasabı” diye anılan Zeljko Raznatovic yani kod adıyla Arkan’dı bu…

Mafya-devlet-idol
Kariyerine ufak tefek suçlarla başlayıp, kaçakçılık, kumarhanecilik gibi adımlarla özgeçmişini şişiren ve derin devlet himayesine girip, onun bütün kirli işlerini yapan ve Bosnalı öldürmek konusunda “uzmanlaşan” ve çok iyi bir örtü olan milliyetçiliğin altında cinayetlerini işleyen, mafyacı bir katildi o…
Sırbistanlı milliyetçilerin çok sevdiği bir adamdı Arkan… Onlar için o bir “kahraman”dı; etrafına toplayıp silahlandırdığı ve ona adeta tapan lümpen futbol kulübü taraftarlarıyla birlikte tam anlamıyla dehşet saçtılar. Başka türlü adam olamayan o sürünün elemanları, devlet tarafından korunan bir silahlı adamla kendilerini de adam zannettiler. Zayıf, silahsız insanlara, düşman ya da hain olarak ilân ettikleri insanlara işkenceler ettiler, infaz ettiler. Sırp milliyetçiliğinin sistematik bir politikasının uzantısı olarak Boşnak kadınlara tecavüz ettiler.
Her türlü vahşi uygulamalarını yerine getirirken, düşman kimliğiyle yeniden inşa ettikleri ve “Türkleştiklerini” ilân ettikleri Boşnaklara karşı Sırp ülkesini korudukları safsatasını ağızlarından düşürmüyorlardı.
Arkan, belli ki sırtını dayadığı Sırp milliyetçiliği ve derin devlet himayesi altında bir sürü kompleksini tatmin ediyordu. Bu sayede en iğrenç işlerine “kutsal” bir maske takabiliyordu. Yabancı gazetecilerin karşısına “kaplanları” olarak tanıttığı ölüm mangalarıyla çıkıp, elindeki bir kaplan yavrusuyla poz veriyordu.
Balkan Araştırmacı Habercilik Ağı (BRIN) Balkan Geçiş Sürecinde Adalet Programı tarafından hazırlanan bir raporda dile getirildiği gibi, Arkan tüm suçlular için bir “idol” oldu, çünkü o hem mafya babasıydı hem de devletin kovalamadığı, yani elini kolunu sallaya sallaya suç işleyebilen, yani riski çok düşük, kolay yoldan “baba” olmuş bir mafyacıydı.
Arkan ve onunla “adam” olduğunu zanneden adamları, 2000’de, muhtemelen kendisini o zamana kadar tepe tepe kullanan derin devlet tarafından öldürülünceye kadar elini kolunu sallaya sallaya dolaştı. İşlediği savaş suçlarının bir tanesinin bile hesabını vermedi.
Arkan gibi adamlar bugün dünyanın çeşitli coğrafyalarında daha çok boy göstermeye başladılar… Henüz dünya çapında meşhur olmadılar ama mesela Myanmar’da Rohingya yani Arakan Müslümanlarının kanlarının oluk oluk akıtıldığı katliamları görünce, aralarında “kasap” lakabını hak edecek birilerinin serpilmekte olduğunu söylemek zor olmasa gerek…

Ferhat Kentel
Ferhat Kentel
Son olarak, kapatılan İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan Ferhat Kentel 1981’de ODTÜ’de işletmecilik lisans eğitimini tamamladıktan sonra 1983’te Ankara Üniversitesi SBF’den yüksek lisans ve 1989’da Paris, Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’den sosyoloji doktora derecesi aldı. 1990-1999 arasında Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde, 2001-2010 arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Fransa’da Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’de ve Université de Paris I’de çeşitli dönemlerde misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli kitap ve dergilerde modernite, gündelik hayat, yeni sosyal hareketler, din, İslâmi hareketler, aydınlar, etnik cemaatler üzerine makaleleri yayımlandı. Yayınlanmış araştırma ve kitapları şunlardır: Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları. Karşılıklı Algılama ve Diyalog Projesi (Gevorg Poghosyan ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2005; Euro-Türkler: Türkiye ile Avrupa Birliği Arasında Köprü mü Engel mi? (Ayhan Kaya ile birlikte) İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2005; Milletin bölünmez bütünlüğü: Demokratikleşme sürecinde parçalayan milliyetçilik(ler) (Meltem Ahıska ve Fırat Genç ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2007; Belgian-Turks: A Bridge, or a Breach, between Turkey and the European Union? (Ayhan Kaya ile birlikte), King Baudoin Foundation, Brüksel, 2007; Ehlileşmemek, düzleşmemek, direnmek, (Söyleşi: Esra Elmas), Hayykitap, İstanbul, 2008, Türkiye’de Ermeniler. Cemaat-Birey-Yurttaş (Füsun Üstel, Günay Göksu Özdoğan, Karin Karakaşlı ile birlikte), İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2009; Yeni Bir Dil - Yeni bir Toplum, (Söyleşi: M.Talha Çiçek, Gülçin Tunalı Koç), Bilsam yay., Malatya, 2012; “Kır Mekânının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü: Modernleşen ve Kaybolan Geleneksel Mekânlar ve Anlamlar” (Murat Öztürk ile birlikte), TÜBİTAK araştırması, 2017.

Yazarın Diğer Yazıları

Coğrafya ya da kötülük kader mi?

Hani “Coğrafya kaderdir” diye bir laf var ya… Tabii ki öyle bir şey yok… Ya da tabii ki yaşadığımız coğrafyanın, iklimin alışkanlıklarımız ve giyim...

12 Eylül’le yüzleşmek, 12 Eylülcülüğü aşmak

Bazılarına göre, AKP iktidara geldiğinden beri, yani 2002’den beri ama bana göre yaklaşık 10-15 yıldır Türkiye derin bir devlet krizi yaşıyor. Özellikle 2018’de fiilen...

Neoliberal popülist ahlaksızlığa karşı evrensel ahlak

Biraz sayılarla konuşalım. Türkiye’de asgari ücret civarında maaş alan insanların genel çalışan nüfusa oranı yüzde 55’ten çok. AB ortalamasında bu oran yüzde 10’dan az. Türkiye’ye...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img