Аланты Хъæлæс – Osetlerin Sesi – Ocak 2018

0
1143

Anadil Öğrenme Sorunu

Osetçe de, konuşanlarının giderek azaldığı pek çok Kuzey Kafkas dili gibi, UNESCO’nun “Tehlike Altındaki Diller Listesi”ne dahil. “Kırılgan” olarak nitelenmesi oturmuş bir edebiyatı olsa da giderek yaygınlığını yitirmesinden dolayı. Osetler Kuzey Kafkas Cumhuriyetleri arasında Rus kültürüne en çok asimile olmuş etnik grupların belki de başında geliyor. Yakınlarda yapılan bir araştırma, taşrada daha çok olsa da, nüfusun çok büyük bir kısmının yaşadığı Vladikafkas’ta Oset ailelerde çocukların sadece %10 ila 20 arasındaki bir kesimin farklı düzeylerde Osetçeye hâkim olduklarını ortaya koymuştu.
Geçtiğimiz Temmuz ayında RF Başkanı Vladimir Putin bir açıklama yapmış ve devletin resmi dili olan ve tüm RF vatandaşları arasında iletişimi sağlayan ve çok etnikli ülkenin ruhunu ve birliğini temsil eden Ruşça’nın tüm ülkede zorunlu olarak öğretilmesini istemişti. Buna bağlı olarak da yerel dillerin öğrenilmesinin Rusça’nın hakkıyla öğrenilmesine engel olmayacak biçimde sınırlandırılması gerektiğini ve yerel dillerin eğitiminin tamamen gönüllülük esasına bağlı kalarak verilmesi gerektiğini savunarak konuya yerel devlet başkanlarının özel önem göstermelerini talep etmişti. Bunu takiben RF Devlet Savcılığı Rusça’nın yanısıra resmi devlet dili olan yerel Başkir dilinin zorunlu ders olarak öğretildiği Başkurdistan Başkanı Rustem Khamitov ile özel bir görüşme yapmış daha sonra da her öğrencinin zorunlu olarak Tatarca öğrenmek zorunda olduğu Tataristan’a geçmişti.
Yerel hâkim halkın dışında kalan azınlıkların yerel dili öğrenme zorunda kalmaları kimi bölgelerde sorun olmakta ayrıca geçmişteki “yerelleştirme” politikaları (baskın yerel halka, özellikle yönetim kademelerinde öncelik tanımak) politikalarının Kuzey Kafkasya’da da bıraktığı izler var. Farklı Kuzey Kafkas Cumhuriyetleri’nde yaşanan sorunlara farklı çözümler üretilmiş: misal, Kabardin-Balkar Cumhuriyeti’nde de Karbardeyce ya da Balkarca öğrenmek istemeyen azınlık çocukları için Kabardey Balkar tarihi ve kültürü Rusça öğretilmekte; Çeçenistan’da ise her çocuk okulda Çeçence öğrenmek zorunda.
Bugün için Kuzey Osetya-Alanya Cumhuriyeti’nde (RNO-A) dört yerel dil öğretilmekte: Osetçe, İnguşça, Kumukça ve Gürcüce. Eğitimdeki temel dil olan Rusçayı anadili olan seçen ailelerin çocukları Osetçe eğitimi almıyorlar, yine pratikte azınlık milletlerden gelen çocuklar, nüfusun yoğun olduğu yerlerde değillerse, okulda çokluk anadilleri yerine Rusça ile beraber Resmi Dil olan Osetçe de öğreniyorlar. Kuzey Osetya-Alanya Cumhuriyeti’nde Ruslar nüfusun yaklaşık beşte birini oluşturmakta. Osetçe eğitiminin zaten anadilini Rusça olarak seçen ailelerin çocuklarına zorunlu olmamasından dolayı Osetçe öğrenimine en sesli muhalefeti, Mozdok bölgesi bir yana, Ruslar ve diğer azınlıklar değil Devlet Başkanı Vyaçeslav Bitarov’un muhalifi Madina Sageæva ve Zaur Farniev gibi Osetler yapıyor ve kendi çocuklarının zorunlu Osetçe eğitimi almalarına karşı çıkıyorlar: Birçoğu mevcut Osetçe eğitim metodunun yetersiz olmasını neden gösterse de kimi de çocuklarının daha iyi Rusça öğrenebilmeleri için bunu istediklerini belirtiyorlar. Bu grupların hedefindeki, Vyaçeslav Bitarov’un Ulusal ve Kültürel Gelişim konularındaki danışmanı Tamerlan Kambolov ise Osetçe eğitimine karşı çıkan Osetleri aşağılık kompleksli ve halkına ihanet eden kişiler olarak niteledi. Putin’in konuşmasından sonra farklı mecralarda rahatsızlıklarını dile getirdiler, Mozdok Bölgesi’nden gelen şikayetler üzerine de RF Devlet Savcılığı durumu incelemek için geçen ay Osetya’ya da geldi.
Kuzey Osetya-Alanya Cumhuriyeti Anayasası’na göre Osetçe (İron ve Diguron Dialektleri ile) Oset halkının Ulusal Kimliğinin temeli olarak nitelenmiş ve Osetçe’nin korunup geliştirilmesi görevi devletin en önemli görevlerinden biri olarak tanımlanmıştır. Bununla beraber herkesin eğitim ve iletişim dilini serbestçe seçebileceği ve RF’nin kanunlarının da gözetileceği de belirtilmektedir. Milli kültüre özel önem veren Vyaçeslav Bitarov’un öncülüğüyle geçen yıl ilk defa sadece Osetçe eğitim verileceği duyurulan bir “gymnasiyum” açılmıştı. Yine geçtiğimiz yıl içinde, sadece Osetçe’nin konuşulduğu, 11 adet özel çocuk yuvası-anaokulu açıldı. Burada temel Osetçe eğitimlerini alacak çocukların, program için geliştirilen oyunlar vb. yardımcı materyallerin de yardımıyla, Osetçe’yi anadilleri olarak öğrenecekleri düşünülüyor. Yine de ailelerin katkısı olmadan ve evlerde de Osetçe konuşulmaz ise programın faydalarının kısıtlı olacağı konusunda uzmanlar ebeveynleri uyarıyorlar.
Vyaçeslav Bitarov’un özel önem verdiği “Oset Halkının Ulusal Kültürel Kalkınma Devlet Programı 2017-19” bu yıl yaşanan zorluklar nedeniyle 2018 yılında başlayacak ve bunun için her türlü hazırlık tamamlanmış durumda. “Oset Dilinin Korunması ve Geliştirilmesi Komisyonu” da bu programda özel bir yere sahip ve yenilenmiş üye yapısıyla ilk toplantısını geçen ay gerçekleştirdi. Önümüzdeki yıl bu tartışmaların daha da derinleşeceği kaçınılmaz gibi görünüyor.

Atsætı Ufuk Güneş


Kuzey Osetya-İrışton Kanalı açıldı

Osetya-İrışton Kanalı Osetçe ve Rusça olarak 7/24 yayın yapacak. Daha önce de Russia 24 kanalında yerel yayınların yapıldığı 20-23 saatleri arasında GTRK “Alania TV” adı altında Osetya’ya yönelik Rusça ve Osetçe yayın yapılıyordu. (http://alaniatv.ru/ – http://gtrkir.ru/)
Kuzey Osetya-Alanya’nın bu ilk ulusal kanalı, Eutelsat 36B uydusundan seyredilebileceği gibi tüm Osetya’da federal kanalların yanı sıra anten ile de seyredilebilecek.
Devlet Başkanı Vyacheslav Bitarov deneme yayınlarının başladığı ilk gün olan 1 Aralık günü kanalı ziyaret etti ve TV kanalının başkanı Elbrus Dzabiev ile 170’ten fazla çalışana başarılar diledi. Bitarov’un şahsen ilgilendiği bu proje 11 ay gibi kısa zamanda başarıldı ve elemanlar Moskova Medya Enstitüsü’nde özel bir program dahilinde eğitildiler ve halen hizmet içi eğitimleri sürmekte. Terkedilmiş bir hangardan 2.500 m2’lik modern bir tv kompleksinin inşası kısa sürede yayına hazırlanmış olsa da halen inşaat ve diğer çalışmalar devam etmekte. Haberler günde beş kez sunuluyor ve yirmi farklı tv programında popüler ve yaratıcı bölümlerin olacağı müjdelendi.
Kanalı canlı olarak (http://iryston.tv/ru/) adresinde sol üst köşedeki “зфир” kısmından seyredebilirsiniz. Geçmiş haber ve programları ise youtube kanalı (youtube.com/irystontv) adresinden izleyebilirsiniz.
Osetya-İrışton TV’nin facebook adresi (https://m.facebook.com/irystontv).
Alan Vakfı da Kanal ile bir işbirliği protokolü hazırladığını ve Türkiye’deki Oset Diasporası ile ilgili haberlerin Vakıf tarafından kanala aktarılıp haberleştirileceğinin duyurdu. Tüm Osetlere hayırlı olsun!

Seçme Programlar

Midiş (Мидис)
Bu kelime esas / öz anlamını taşır. Bu programda Osetçedeki kimi kelime ve kavramlar ele alınıyor ve bunların açıklaması yapılırken Oset halkının gelenek, adet ve dünya görüşleri de veriliyor. Bu sayede sadece kelime dağarcığı gelişmiyor, seyircilerin aynı zamanda Oset halkının ruhuna dair ipuçları edinebiliyorlar.

Мидис

Zuar (Дзуар)
Geleneksel Oset İnancındaki Zuar (Dua Kapısı “Дзуар”) kavramından hareketle dini görüşlerin insanların tutum ve davranışlarının yanı sıra moral ve etik standartlarını da belirlediği anlatılıyor. Oset halkının iç dünyasına açılan bir pencere bu bölüm.

Дзуар

Aivad (Аивад)
Aivad “Аивад” genel olarak “sanat” demektir. Bu bölümde tüm geleneksel Oset sanatlarının ve modern sanatların Osetya-Alanya’daki önde gelen temsilcileriyle yapılan kısa söyleşilerle bu sanatların günümüz toplumundaki yerleri konu ediliyor.

Аивад

Фатимæ бафæлвæр! (Haydi Fatima, yaparsın sen!)
Genç bir Oset bir kadınının geleneksel yaşama dair konuları ve geleneksel el sanatlarını öğrenmesini tanıtan eğlenceli ve Osetçe bir program…

Нартхор


Peynir yapımı: http://iryston.tv/teleproject_release/fatimae-bafaelvar-hsyr/

Awdæg (Аудæг)
İzleyicilere sadece gelenkesel bir sanatı, enstrümanı, eşyayı tanıtmakla kalmıyor bunu yaparken aynı zamanda Oset gelenekelerini, adetlerini, kültürünü ve tarihini de aktaran bir program.
http://iryston.tv/teleproject_release/audaeg/
Dauhan Marzoyeva geleneksel Oset Kadin başlığı Kælmærzæn’in “Кæлмæрзæн” dokunmasını anlattığı bir program.

Кæлмæрзæн


Geleneksel Oset yer sofrası Fıng “Фынг” yapımı ve sofra kültürü ile ilgili adetler ahşap ustası Mukhtar Baysongurov’un işliğinde anlatılıyor.

Фынг

Kule
Bu TV programında Oset tarihindeki önemli figürlerin hayatları ve başarıları ele alınıyor.

Башня


Alibeg Kantemirov, RSFSR Halk Sanatçısı ve Ulusal At Sirki ve okulunun kurucusudur. Gösteri biniciliği alanında pek çok stil ve oyun geliştirmiştir ve onun soyundan gelen Kantemirovlar bugün dünyanın dört bir yanında bayrağı taşımaktadırlar.

Алибек Кантемиров

Atsætı Ufuk Güneş


Oset cenaze ve başsağlığı kültürü

Alan Kültür ve Yardım Vakfı, Oset cenaze ve başsağlığı kültürünün yozlaşması üzerine bir takım önerilerde bulundu

Alan Kültür ve Yardım Vakfı Oset soydaşlarımızın cenazelerinde yaşanan ve tüm Kafkasya’dakilere benzer olan Oset adetlerine uymayan uygulamaların çoğalması üzerine cenaze ve başsağlığı kültürümüzü hatırlatıcı kimi uyarılarda bulundu.

Cenaze kültürümüz ve yapmamız gerekenler
Bizim kültürümüzde cenazenin büyük önemi bulunmaktadır. Bu doğrultuda Alan Vakfı olarak yıllardır cenazelerimizi sizlere sms mesajı yoluyla duyurmaktayız. Son yıllarda bu geleneğimizin gittikçe bozulmaya başladığını ve tam bir karmaşanın yaşandığını görmekteyiz. Artık cenaze evinde “Hoşgeldin” ile karşılanıyor, tokalaşılıyor, kucaklaşılıyor, rastgelen yere oturuluyor, hızlı bir biçimde ayran pide, lahmacun ikram ediliyor ve siyasi veya dini konuların tartışıldığı, vefat edenin ve acılı ailesinin ikinci plana atıldığı bir dönem yaşamaya başladık. Bir başka acı boyutu ise, bizlerin pasif kalmasına bağlı olarak, cenazede bulunan üst kattaki veya karşı komşu insiyatif alarak bizim cenazemizde bizleri yönetmeye başlamaktadır. Bu kötü gidişatı acilen el birliği ile düzeltmemiz gerekiyor. Aksi durumda bu güzel geleneğimizi kaybedeceğiz ve bizim cenazelerimiz de 8-10 kişi ile kaldırılan cenazelere dönüşecektir. Başka toplumlarca imrenilerek bakılan bu kültürümüzü tekrar canlandırmak için hep birlikte çaba göstermeliyiz. Özellikle de gençlerimizin bu kültürü öğrenmesi ve yaşatması için vakıf olarak harekete geçme kararı aldık. Konuya duyarlı kişileri vakfımıza davet ederek bir toplantı yapıp, yapılabilecekleri konuştuk. Önümüzdeki ay ikinci bir toplantı yaparak bu kültürümüzü yaşatmak için harekete geçeceğiz. Elbirliği ile çözmemiz gereken bu konuyla ilgili kısa bir bilgilendirme aşağıda:
1- Önümüzdeki günlerde cep telefonlarınıza sms mesajı atarak, cenazelerimizde uymamız gereken temel kuralları göndereceğiz.
2- Vakıfta başlattığımız çalışmaya katılanlar, bir cenaze olduğunda, gönüllü olarak sorumluluk üstlenecek ve taziyeye gelenlerin camide, cenaze evinde ve mezarlıkta yapılması gerekenlerin tekrar aslına uygun hale gelmesi için çalışacaktır. Örneğin, mezarlıkta, defin sonrasında hişterlerden “arfe” için izin alarak ve hişter adına konuştuğunu belirterek bize uygun cenaze düzeni sağlayarak, kaybolmakta olan “Arfe”mizi önce anadilde söyleyecek, sonrasında ise anlamayanlar için Türkçe yapma görevini de üstlenecektir.

Cenaze evine gidildiğinde uyulması gereken temel kurallar (Hezarı Iğdav)
1- Başsağlığına gelene “Hoşgeldin“ denmez.
2- Cenaze evinde, bir oda dolusu insanla, bir bayram günüymüş gibi, sırayla kucaklaşılmaz, tokalaşılmaz.
3- Hişter (Büyük) başköşede oturur ve başsağlığına gelen kişi (yaşca küçükse) büyüğün karşısında durur, kendini tanıtır, kısaca Allah rahmet eylesin der. Buna karşılık, büyük kendisine kısa bir arfe yapar, hep birlikte ölen kişi için bir dua okunur.
4- Görevini yerine getiren kişi, kimseyle tokalaşmadan, kucaklaşmadan, odada yaşına uygun bir yere geçer ve oturur. Cenaze evinde, siyasi veya dini konuların tartışılması, espriler yapılması, gereksiz tartışmalara girilmesi hiç bir şekilde doğru olmadığı gibi, her şeyden önce rahmetli olmuş kişiye ve orada bulunan acılı ailesine yapılabilecek büyük bir saygısızlıktır.

Camide uyulması gereken temel kurallar
(Mejcıtı Iğdav)
Günümüzde, bir vefat olduğunda, camide musalla taşındaki tabutun yanında genellikle bir genç durmakta ve camiye gidenler aile büyüğü olarak kime başsağlığı dileyeceğini bilememektedir. Yapılması gereken ise, başsağlığı dilenecek aile büyüğünün tabutun yakınında ayakta veya oturarak durması ve gelenlerin onun yanına giderek üç adım mesafede karşısında durması, kendisini tanıtması ve sadece kısaca başsağlığı dilenmesidir. Aile büyüğü de kendisine kısa bir arfe yapar ve gelen kişi geri geri yerine çekilir. Burada da tokalaşılması, kucaklaşılması doğru değildir.

Mezarlıkta uyulması gereken kurallar
(Velmerttı Iğdav)
Defin işlemi sonrasında, cenaze sahipleri bir sıra halinde dizilirler. Başsağlığına gelen kişilerde karşılarında yarım ay şeklinde dizilirler ve baş sağlığına gelenlerin “hişter”i üç adım öne çıkarak cenaze sahiplerine hitaben bir “Arfe” yapar. Cenaze sahiplerinin hişteri de aynı şekilde bir kaç adım öne çıkarak gelenlere “Arfe” yapar ve gene tokalaşılmadan, kucaklaşılmadan oradan ayrılınır.
Gerek başsağlığı dileklerinin, gerekse “arfe”nin anadilde yapılması çok daha doğru olacaktır. Önümüzdeki dönemde yapmayı düşündüğümüz bu çalışmada görev alacak kişiler bunu anadilde yapacak, sonrasında herkesin anlaması için çevrilecektir. Yukarıda sıralananlar, temel ilkelerimiz olup, kültürün orjinalinde var olan ama, günümüzde uygulanması mümkün olmayanlar dikkate alınmamıştır. Yazılanların dışında, eksik kalan daha detay kısımları da ayrıca daha sonra hep birlikte değerlendiririz.
Başkalarının bize imrendiği bu cenaze kültürümüzü (ığdavu) kaybetmememiz gerekiyor. Sadece şikayet edilerek bir yere varılamadığı için, harekete geçme kararı aldık. Bunu başarmak, ancak hep birlikte çalışmamız ile mümkün olacaktır. Desteklerinizi bekliyoruz.

Alan Kültür ve Yardım Vakfı


“Bağlantılar”

Hohag.com sitesi, Alik Puhaev’in globalleşmenin etkileri ve Türkiye’deki Oset Diasporasının Osetya ile ilişkilerine dair yazısının Türkçe çevirisini yayınladı. Anavatan ve Türkiye’deki Oset Diasporasının ilişkilerini güçlendirmeyi amaçlayan “Bağlantılar” yazı dizisinin devam edeceği de duyuruldu.
“Zynargh æmbælttæ! Max rajdydtam myxwyr kænyn wactæ turkag ævzagyl, cæmæj semæ bazongæ woj Turĉy cæræg irættæ. Fyccag ærmæg u Puxaty Aliĉy wacy tælmac. Alik qavy bavdisyn xæstægdzinad сy styr nysaniwæg xæssy nyrykkon postindustrialon æxsænady.”
Çoğunuz “Gelecek Başladı” başlıklı kısa metrajlı çizgi filmini görmüş olmalısınız. Bu filmde pek yakında insanlığı nelerin beklediği hakkında oldukça net ve açık bir tahmin veriliyor: biyometrik pasaportlar, içerik seçme sistemleri, lifestyle korporasyonları, insan aklının siber uzaya çıkması, sınırötesi ve uluslarüstü bir dünyanın oluşması. Elbette öne sürülen savların çoğunu kabul etmiyebilirsiniz. Ne var ki, devletin rolünün daralacağından, ulusal bilinçlerinin ise -suni olarak korunmadığı takdirde- ortadan kalkacağından şüphe etmek zor.
Bu süreç günümüzde artık başlamış bulunuyor. Küreselleşme sadece küçük halkların değil, büyük halkların da “benlik”lerinin korunmasına başlı başına bir engeldir. “Ulusal bilinç” ilk önce Batı’daki en kalabalık etnik topluluklarda hızla silinmeye başlamış, yoğun kentleşme süreci de bunu teşvik etmiştir. Mesele şu ki, kümekent (megalopolis) insanların “ortak yaşam”ının görece yeni ve yapay bir biçimi olduğundan insanın geleneksel yaşama tarzına aykırıdır.

Kentin bütün hayat alanlarını onun işlemesini sağlayan devlete veya özel şirketlere kesenek veren bireyciler için kümekent bir “kovan”dır. Evet, kümekentte bu kentsel kültüre tamamen entegre olmuş alt kültürler için mekan vardır. Ancak kümekent kendi yapısı içinde bir rakip yapının bulunmasına imkan veremeyeceği için orada gerçek bir ulusal birleşme ve kültür için yer yoktur. Sorulabilir ki: ulusal bilinci korumamıza ne gerek var?
Yakın gelecekte “Ulusal Bilinç”in korunmasının var oluş sorununun çözümü açısından en önemli etkenlerden biri haline geleceğine işaret eden bir takım rasyonel kanıt göstermeye çalışacağım.
Bir kere, şurası açıktır ki savaşlar şimdiki haliyle, yani kitlesel bir katliam olarak, giderek ortadan kalkacak ve önceden planlanan bir eylemden çok üzücü bir müstesnaya dönüşecektir. Çünkü ekonomik olarak anlamsızdırlar – hem altyapı, hem de yakında uğruna dövüşülmeye değer bir ciddi “kaynak” olacak insan sermayesi hasar görür.
Savaş bir defalık askeri eylemlere, sabotaj hareketlerine inhisar edecek, ama bu “aksiyonlar” ahali gereği gibi ideolojik ve kültürel işlenmeye tabi tutulmadan başarılı olamayacaktır. Ulusal bilinci olan halk, önceliklerini kendi yapısı içinde yeterince hızlı bir biçimde belirleyebilir ve “nıhaş, kurul, şura” vb. oluşturup sorunu kendi başına çözebilir. Kuşkusuz, ben burada ideal bir durumu tasvir ediyorum, fakat pek elverişli olmaktan uzak olan çağımızda bile o ulusal bilincin parçacıkları bizi kesin olarak atıl, sönük ve gevşek bir yığına dönüşmekten alıkoyabiliyor.
Olağanüstü durumlar karşısında halkımızın genellikle dalmış bulunduğu “kabuslu rüya”dan nasıl birdenbire silkinip kendine geldiğinin klasik örnekleri olarak 90’lı yılların başlarındaki ihtilaflar, Beslan ve 2008 savaşı gösterilebilir. Herkes kendini büyük halkın bir parçası olarak hissetmeye başlıyor ve yakındakine hiçbir çıkar gözetmeden, sırf “yakın” olduğu için yardımcı olmaya çalışıyordu. Mantalitemizin bozulmasına yönelik onlarca yıllık yıkıcı süreçlere rağmen, halkı birleştirici bu mekanizma içimizde yaşıyor, onu sadece hatırlamamız gerek.
Kısa bir ara-söz: Bu tip insanların klasik antipotları çilekeş cumhuriyetimizin bugünkü yönetim temsilcileridir. İnsan eliyle yönlendirilen bir süreç yoksa bir rastlantı olduğunu bilemiyorum ama şu anda sistem öyle kurulmuştur ki, “elit”in önemli bir kesimi kendi çıkarlarını halkın çıkarlarına tamamen zıt olan bir konuma sokmuş bulunuyor. Bu, halkı duymamalarından kaynaklanıyor. Onlar toplumumuzun üyeleri oldukları halde, halkın temsilcileri değildirler. Bu durum günümüzün sosyal paradoksudur. Her biri sermaye birikme evresinden hızla geçmeyi ve etrafında yüksek duvarlar örüp sadece belirli bir insan çevresine mahsus yerlere devam etmek veya düpedüz ülkesini bırakıp dumanlı uzaklara yönelmek suretiyle kendini kardeşlerinden tümüyle tecrit etmeyi düşlüyor. Bu kopukluk her geçen gün daha da artacak ve çok geçmeden “elit kültürü”nün etkisiyle onlar, daha doğrusu çocukları ve torunları, kendilerini halkımızla özdeşleştirmekten -servetlerini ona borçlu olmalarına karşın- tamamen vazgeçeceklerdir.
İkincisi, çocukluğundan beri kendini kalabalık bir soyun, sülalenin ve ailenin bir parçası olarak bilen insan hiç bir zaman kendini özdeşleştirme sorunuyla karşılaşmaz, kendisi için bu sorun ilke olarak mevcut değildir. O, toplumunun sağlam bir temsilcisidir, çünkü ne uğruna ve kimin uğruna çaba harcayacağını, etrafındaki toplumun yapılışının ne olduğunu bilir. Böyle bir insan hiç bir zaman, hiç kimseye bir şey borçlu olmadığını demez, çünkü hayat yolunda attığı her adım onun gibilerinin, onun öz kardeşlerinin attıkları binlerce adımlarda yankılanageldi, çünkü o halkını duyuyor.
Ve üçüncüsü, katı bireyci, atomize olmuş bir toplumun koşullarında birbirlerine güveni olan insanlardan oluşan bir grubun rekabet yeteneği kat kat artar, çünkü böyle bir toplumda güven çok kıymetli bir “ürün”dür. Bireyciler birbirlerine güvenmeye eğilimli değiller ve aralarındaki ilişkileri sözleşmeler, noterler, sermayeler vb. aracılığıyla sıkı biçimde düzenlemeyi yeğlerler. Ne var ki, anlaşma akdetmek zorunlu olduğu halde buna gereken öğelerden bir tanesi bile eksik olursa iş ertelenir. Tek vücut bir grupta ise güven başarılı bir anlaşma için gerekli her bileşenin yerini kolayca tutabilir.
Bu tür toplulukların tipik örneği, temellerinde ailesel ilişkilerin ve alabildiğine yüksek yönetim içi güven düzeyinin yattığı Japonya ve Güneydoğu Asya’daki büyük sanayi gruplarıdır. Samsung, Hyundai, LG, Mitsubishi, Nikon gibi şirketlerin örneği, ailesel girişimciliğin her zaman bir bakkal dükkanı ya da ayakkabıcı atölyesinden ibaret olmadığını apaçık olarak sergiliyor.
Bu üçüncü etken, biz Osetler ve bazı diğer Kafkas halkları için özel bir rol oynamalıdır. Türkiye’de oldukça kalabalık bir diasporamızın bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak Türkiye’deki Osetler hakkında bildiklerimiz ne? Bereket versin, sosyal ağların gelişmesi sayesinde soydaşlarımızla temaslarımız bir hayli arttı, ama istenilen düzeyden henüz uzağız. Bu temaslar genellikle her iki tarafta da ulusal çıkarları kavramaktan uzak olan insanların önderlik yaptığı heyetlerin törensel değişimi ile sınırlı kalıyor.
Türkiye’ye giden ana karayolun geçtiği ve bu ülkede geniş temsili olan Osetya’nın ekonomik potansiyeli hiç kullanılmıyor. Soydaşlarımız metropol ülkelerinden diasporanın Türk toplumu içindeki önemini gerek ekonomik gerekse politik bakımdan yeni bir düzeye çıkarabilecek hiç bir işaret almıyorlar. Bu, dikkat edilmesi gereken tuhaf bir durumdur.
Türkiye’deki Oset diasporası cumhuriyetimizin kalkınma faktörlerinden biri haline getirilmelidir. Yatırım, ticaret, lojistik, tarım dahil birbirimizle paylaşabileceğimiz pek çok şey var. Türkiyeli Osetler’le metropol ülkeleri arasındaki ilişkilerin siyasi konjonktüre ve Türkiye-Rusya ilişkilerine bağlı olmadan gelişmesi sağlanmalıdır. Biz siyasi oyunlarda yokuz. Bizim için bu dış politika değil, iç politika sorunudur. Bizi tarihimiz, kültürümüz, kısmen din ve birlikte kuracağımız gelecek birleştiriyor.
Bu yazı, Türkçe’ye çevirtmek niyetinde olduğumuz yayın dizisinin ilkidir. Maalesef, bugün biz farklı dillerde konuşuyoruz. Daha da üzücüsü, bu diller Osetçe ve Türkçe değil, Rusça ve Türkçedir. Bu, ortak çabalarımızla geciktirilmeden çözülecek bir başka sorundur. Önemli olan, tarihimizin 1863’te bitmediğini hatırda tutmaktır. Her şey daha yeni başlıyor.
PS. “Kæd wyn Turĉy cæræg irætty ‘xsæn zongætæ is, wæd syn, wæ xorzæxæj, acy ærmæg arvitut.”
(http://hohag.com/people/baglantilar)

Çeviri: Puhatı Emre


Osetya’dan Haberler

“Xor Aluton”un başarısı

Osetia-Alanya SOGPI Devlet Eğitim Enstitüsü Korosu “Xor Aluton”, Moskova’da yapılan Rusya Gençlik Koroları Yarışması’nda hem büyük ödülü hem de en iyi akademik koro ödülünü kazandı. 
 Moskova’daki finallere ülke çapında 2000’den fazla koronun yarıştıkları bölgesel finalleri kazanan 26 koro katılmıştı. “Xor-Aluton” daha önce toplamda 500’den fazla amatör, profesyonel ve resmi koronun yarıştığı Stavropol ve Kuzey Kafkas Cumhuriyetleri Bölgesi’ndeki finalde de birinci olmuştu. Aluton Korosu geçen yıl da en iyi ikinci folk korosu ödülünü kazanmıştı. 
2003 yılında kurduğu koronun şefliğini de sürdüren Lyudmila Mamukova yarışmaya 7 oğlunu da İkinci Dünya Savaşı’da kaybeden anneyi konu alan Gazdanov Destanı ile katıldıklarını ve herkesin bu eserden çok etkilendiğini söyledi.
Aluton Korosu’nun seslendirdiği Tsinı Jaræg: 
https://youtube/gF9chKC7tmE

XI. KUNAKİ Kuzey Kafkasya Açık Film ve TV Festivali Abhazya’da yapıldı

Her yıl farklı bir Kuzey Kafkas ülkesinde yapılan KUNAKİ Film ve TV Festivali’nin onbirincisi bu yıl Abhazya’da yapıldı. Kafkasya ve Güney Rusya’dan belgesel film ve TV yapımlarının yer aldığı bu festival Etnik ve Dini ayrımcılığa karşı Merkezi tarafından Suliata KUSOVA öncülüğünde başlatılmıştı ve bölge halklarının kaynaşması amacını güdüyor. Adını da farklı milletler ve dini inanç sahipleri arasındaki kan kardeşliği demek olan “kunak-kültüründen” almış. Bu yıl devrimin 100. yılına adanmış Festival’in açılışı Boris Mykhin’in 19. yüzyıl sonunda Ruslara karşı savaşan bir Kafkas eşkıyasını anlatan “Abrek Zaur” filmiyle yapıldı.
Festival’de birinciliği TV filmi ve programı dalında Vadim Tsalikov’un “Alibek” ve İrina Vasileva’nın “ Uyku. Aşk” filmleri; kısa belgesel dalında Anastasia Sctandke’nin “Ve Sen Nesin?” ile Karina Vilenka’nın “Karıncalar için Elmaslar” filmleri; Uzun metrajlı belgesel dalında Yevgeny Khovayev’in “Yarışma” ve Andrei Ananin’in Yanan Atayurdu” filmleri paylaştı.
Özel olarak Kafkasya’yı konu alan filmler de yer aldı festivalde: Kabardey-Balkar’daki Karst göllerini anlatan Murat Bottaev’in “Mavi Derinlik”, Osetya’da bir köyde yaşayan 75 yaşındaki on çocuk annesi bir kadının hikayesini anlatan Lyudmila Magkeeva’nın “Venüs” ve Abhazya’nın doğal güzelliklerine dair Irina Zolochevskaya’nın “Abhazya’nın Mitosları” gibi filmler izleyicinin özel ilgisini çekmiş ve bu filmlerden Kafkasya’ya dair çok şeyler öğrendiklerini söylemişler.
Bu arada RNO-A Devlet Üniversitesi otistik çocukları olan ailelerle işbirliği içinde ilk kez “Engelsiz Sinema Formu”nu Vladikafkas’ta Aralık ayı içinde geçekleştirdi. Forumda engellilerle ilgili filmler ve belgeseller gösterildi, atölye çalışmaları yapıldı.
http://www.kavkaz-uzel.eu/articles/312434/
http://www.kavkaz-uzel.eu/articles/312540/

“Gürcistan Osetlerinde Kimlik: Lagodekhi ve Kaspi Örneği”

KAFKASSAM Kıdemli Araştırmacısı “Keisuke Wakizaka’nın, Gürcistan’da yaşayan Oset Diasporası’nın asimilasyon karşısındaki siyasi – kültürel tutumlarına dair “Gürcistan Osetlerinde Kimlik: Lagodekhi ve Kaspi Örneği” başlıklı bir yazısı Vakanüvis Dergisi’nde (Yıl/Vol. 2, Kafkasya Özel Sayısı/Special Issue on Caucasia ISSN: 2149-9535) yayınlandı. Gürcistan’da, özellikle Şida Kartli ve Kakheti vilayetlerindeki 
Osetlerin kimlik sorunlarının günümüzdeki durumu, Gürcü toplumuyla ilişkileri ve Kuzey-Güney Osetya ile ilişkileri üzerine odaklanan bu makalede Gürcistan’daki Osetlerin Gürcistan’a oldukça yüksek seviyede entegre oldukları halde kendilerini azınlık olarak açıkça tanımlamakta ve asimilasyona karşı kültürel haklarını genişletmek istedikleri ve bunun için de Gürcüler ile kültürel sınırı oluşturmaya çalıştıkları sonucuna varılmış.
Wakizaka’ya göre Gürcistan’daki Osetlerin kendi anavatanlarının Gürcistan olduğunu söylerken Güney-Kuzey Osetya’yı ise “kendi kültürü, milleti ve atalarının vatanı” olarak tanımlamaktadır. Böylece
Gürcistan’daki Osetler “diaspora kimliği”ne benzer kimlik yapısına sahiptir. Fakat “anayurt”-“konuk eden ülke” arasında gerginlik olduğundan dolayı onlar Gürcistan içinde kalma meşruiyetini sağlamak için devamlı “Gürcü-Oset birlikteliği”ne atıf yapmakta ve Güney Osetya’nın istiklalinden ziyade 
Gürcistan-Güney / Kuzey Osetya arasındaki ilişkilerin gelişmesini özellikle sınırlardan rahat ve kolay geçişi istemektedirler. SSCB dönemindeki etnik politikalardan dolayı özellikle Lagodekhi’deki Osetler
arasında bu Diaspora Kimliğinin daha gelişmiş olduğu kaydedilmiştir.
Yazının tamamını ve kaynakçasını aşağıdaki bağlantıda bulabilirsiniz:
http://dergipark.gov.tr/vakanuvis/issue/32134/356297

Veronika Dudarova için hazırlanan “doodle”

Google arama motoru ana sayfasındaki klasik logosu yerine tarihin akışına yön vermiş önemli kişiler için günlük logolar (doodle) hazırlıyor. Bu bağlamda 5 Aralık 2017 tarihinde 101. yaş günü dolayısıyla dünyanın ilk kadın orkestra şefi Oset Sanatçı Veronika Dudarova için bir doodle kullanıldı. Veronika Dudarova 30 yıl boyunca Moskova Devlet Senfoni Orkestrası’nın baş şefliğini yaptıktan sonra 1991 yılında kendi kurduğu Rusya Senfoni Orkestrası’nı 12 yıl yönetmişti. 50 yıldan uzun bir süre büyük bir orkestrayı yöneten tek kadın şef olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na da girmiş hatta ismi bir gezegene verilmişti. Kendine takılan isimlerin arasında “iron (Demir) Veronica”, “Ateşli Şef” gibi isimler olan Dudarova 1993 yılında Andorra’daki bir konser sırasında ateşli performansından dolayı şef kürsüsünden düşmüştü ama yine de ara vermemiş, önce yerde orkestrayı yönetmiş sonra da kalkıp eseri başarı ile tamamlamıştı.


Khuşatı Hayri Ata’dan Kafkas Gençlerine Çağrı

Gençler; Ayağa Kalkın Ve Dans Edin, Tıpkı Nart Kahramanları Gibi…
Sosyal medyadaki birçok paylaşımda genç arkadaşlarımızın büyüklerden birçok konuda şikayetçi olduklarını okuyorum…
“Bize iyi örnek olmuyorsunuz, “agdau”larımızı, “xabze”mizi uygulamadığınız gibi bize de öğretmiyorsunuz; aranızda anlamlı anlamsız tartışıp duruyorsunuz…”
Bu türden eleştirilerin haklı yanları da var kuşkusuz, ama o çok acımasızca eleştirdiğiniz büyüklerinizin hangi süreçlerden geçerek bu günlere geldiklerini de hesaba katmalısınız…
Sizlerin dedelerinizin dedeleri, babaları bu ülkeye geldiklerinde sizin aklınıza hayalinize dahi gelmeyecek zorluklar yaşadılar…
Bu ülkeye gelmeden önceki yaşadıkları olaylar da insanlık tarihinin en zorlu ve en trajik olaylarından sayılır…
Çoğunuz bunları biliyordur sanırım; muradım bu konuları yeniden ele almak değil, günümüzden ve sizden bahsetmek istiyorum…
Muhteşem bir tarihin ve kültürün taşıyıcılarıdır Kuzey Kafkasya’nın sayıca küçük ama tarihsel önemleri çok büyük olan halkları; bizler ve sizler…
Amerika’nın, Rusya’nın, Avrupa’nın, Ortadoğu’nun, Asya’nın ve diğer tarihlerinden ve kültürlerinden, geleneklerinden çok daha anlamlı ve değerlidir bizim tarihimiz ve kültürel geleneklerimiz…

Küresel dünya birçok avantajının yanı sıra birçok da dezavantaj barındırıyor bizimle ve tüm halklarla ilgili olarak…
Bir yandan, örneğin, bizlerin saniyeler içinde birbirimizle iletişime geçebilme, anında bilgi ve enformasyona ulaşma olanakları sunarken diğer yandan dünyayı tekleştirip düzleştiriyor; tüm farklılıkları ortadan kaldırıyor, yok ediyor…
Bir dil, bir kültür, bir halk yok olurken aslında tarih yok oluyor…
Küreselleşme denilen süreç engellenemez, o kendi mantığı ve ihtiyaçları çerçevesinde yoluna devam edecek; ama onun bizi, tarihimizi, dilimizi, kültürümüzü yok etmesini engelleyebiliriz, bu bizim elimizde, daha çok sizlerin…
Bizler sizin yaşınızda iken, inanın, çoğumuz masallardaki “Kafdağı’nın ötesi”nden farklı olmayan hayali bir “Ata Yurdu – Kafkasya” imajına mahkûmduk; ne kim olduğumuzu ne de nereden geldiğimizi biliyorduk…
Büyüklerimizin çoğu da bilmiyordu, ya da konuşmuyorlardı birçok nedenden ötürü…
Adetlerimiz, dilimiz, kimliğimiz “Türk” kimliği içinde eriyip gitme, yok olma noktasına gelmişlerdi, çok az oranda yerel istisnalar dışında…
“Küreselleşme” büyük oranda sınırları kaldırıp ülkeler arasındaki mesafeleri olağanüstü kısaltınca “Kafdağı’nın ardı” göründü ve biz de “kendimizle tanıştık”…
Bizler, “büyükleriniz”, kendimizle tanışma, anlama, araştırma ve öğrenme kuşağıyız; sizler de elinizdeki bu olağanüstü olanaklardan yararlanıp sahiplenme, koruma ve geliştirmekle yükümlüsünüz…
Şikayet etmeyi bir kenara bırakın ve kolları sıvayın; merak edin, okuyun, araştırın, öğrenin ve size ait olan tarihinize, dilinize, kültürünüze sahip çıkın…
Dil bilmiyorsanız öğrenin, kaynak bulamıyorsanız, araştırın, bulun, …
Kısaca demem o ki, şikayet etmeyin, “Ayağa kalkın ve dans edin, tıpkı Nart Kahramanları gibi”.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz