Kızburnu

0
627

Zeytin gibi simsiyah iri gözler…
Ürkek bakışları örten upuzun kirpikler…
Lüle lüle iki yana salınan saçlar…
İncecik bir bel…
Mahir, beyaz bir çehre ve gerdan…
Aranan her güzellik onda toplanmıştı…
Zülima…
Yedi cihan, dört bucakta onu beğenmeyen, istemeyen yoktu…
Tüm gençler onun güzelliğine tutulmuştu…
Babası Pşı Atajuko bunun farkındaydı.
Atajuko tamahkârdı, kızının güzelliğinden emin, taliplerinin çokluğundan gururlu idi. Bundan kârlı çıkmayı aklının bir köşesine koymuştu. El altından, kulaktan kulağa, bir fısıltı gibi, kızına istediği başlığı duyurmayı becermişti;
Üç adet tam donanımlı zırh, Çerkesya’da bulunun en iyilerinden üç adet kılıç, Kabardey’de bulunan en iyilerinden üç erkek ve altı dişi at, iki yüz Osmanlı lirası.
Gençlerin biri birlerini tanıma, beğenme alanı tabii ki düğünlerdi. Nasıl ki Zülima’yı beğenenler var ise, Zülima’nın da beğendiği gençler vardı.
Ünlü Worklardan biri olan, yakışıklı, zarif vücutlu, ateşli gözleri, kartal burunlu, kaytan bıyıklı, kıvırcık sakallı Kamanat Zülima’nın gözdesiydi. Onu, gri atının üzerinde, ahududu renkli çerkeskasıyla rüzgar gibi geçerken, yukarı fırlatılmış bir kalpağa tam isabet ateş açarken ya da müzik eşliğinde oyuna kalktığını görünce, güzeller güzeli Zülima’nın kalbi yerinden kopacak gibi oluyordu.
Kamanat, güzel Zülima’yı öylesine çok seviyordu ki başlık parasını azaltabilmek, onu alabilmek için, kızın babası ve kardeşlerine kendisini sevdirmeye uğraşarak, kunaklık ilişkisi kurarak, araya hatırı sayılır dostlar sokarak çok uğraştı.
Her şey boşunaydı…
Yaşlı Pşı Atajuko, bir granit kayası kadar sert tutumundan bir dirhem bile geri adım atmadı, söz konusu bile yaptırmadı.
Güzel Zülima’nın taliplerinden biri de yağmacı Devlet-Mirza idi. O bu durumdan memnundu. Devlet o kadar yoksuldu ki, Zülima’yı başlık parası verip almayı aklının köşesinden bile geçirmiyordu, onun aklından geçen kızı zorbalık ile almaktı. Devlet’in ayrıca iyi bir fırsatı vardı, kuzeni Fatma Zülima’nın hizmetçilerindendi.
Fatma, Zülima ile yalnız kaldığı anlarda, onun ağzını aramış, Kamanat ile Devlet-Mirza’yı kıyaslamış, gönlünü çelmeye çalışmışsa da bir türlü becerememişti. Fatma’nın girişimleri sonuç vermeyince Devlet-Mirza kızı kaçırma düşüncesinden vazgeçmek zorunda kaldı.
Bu sırda, Misost Ali-Mirza Zülima’ya talip olur. Çok zengin olan Misost Ali, bir defada istenilen başlığın tamamını vererek Zülima ile evlenir.
Zülima’dan intikam almak isteyen Devlet-Mirza, Misost Ali ile olan dostluğundan yararlanmayı aklına koymuştu..
Bir gün ava çıktıklarında Devlet, Ali’ye “Kamanat her yerde bizden kaçıyor, amma senin bahçenden kabak çalıyor, farketmiyor musun?” der.
Ali-Mirza şaşkınlık içinde, “Bu da ne demek?” der.
Devlet-Mirza, “Evet, kamasıyla senin kestiğin korseyi kesmeyi düşünüyordu. Şimdi ise bu işi geceleri senin haremine girerek gerçekleştiriyor.”
Ali-Mirza inanmasa da, Devlet- Mirza söylediklerinin doğru olduğuna onu ikna etmeye çalışır.
Ali-Mirza, “Rus boyunduruğunu görmek, bunu görmekten evladır” der.
Devlet-Mirza, “Neden daha önce Zülima’yı almak istediğini söylemedin? Herkes onun Kamanat’ı sevdiğini biliyordu. Bana söyleseydin kızın rızasını almadan onu bir çift nala karşılık olsa bile almanı tavsiye etmezdim. Ona göre, bir bardağı sevmediği biriyle paylaşmak hoş olmasa gerek; senin tarafından da, gönlü başkasında olan birini sarıp okşamak pek zevkli olmasa gerek. Böyle bir birliktelik, bu bağın zincirini koparma cesareti yetmiyorsa, onunla yaşamak ve ölmek üzere canlı birinin vücuduna bağlanmış bir l’ağenın soğuk cesediyle birlikte olmak gibidir.”
Kasvetli bir dalgınlık içinde arkadaşını dinleyen Ali-Mirza, “Devlet! Kalbimin inanmaya meyilli olduğu, ancak aklıma getirmekten bile korktuğum bir sırrı açtın… Çok geçmeden gücümü üzerinde hissedeceksin! Şayet anlattığın yalansa, huzurumu bozmanın ve ailemin mahremiyetine tecavüz etmenin bedelini mutlaka hayatınla ödeyeceksin.”
Devlet-Mirza, “Ali! Silah kullanmayı bildiğimi unutma, beni ölümle tehdit etmeye kalkan biri bu hatasının acısını çeker.”
Sözde arkadaşlar ayrılırlar. Ali ava devam eder.
Devlet, atını hızla çevirerek, süratle Ali’nin Baksan’da bulunan köyüne gider. Bir dostunun evine konuk olduktan sonra, Ali -Mirza’nın evinden kendine sadık biri olan Şegen’i çağırır konuşur. Ona kuzeni Fatma’yı göndermesini söyler. Fatma, kendisine haber getirenin tembihlediği gibi erkek elbiseleri giyinmiş, kuşağında kaması olduğu halde gelir, kuzeni ile başbaşa konuştuktan sonra tekrar Ali-Mirza’nın evine döner.
Ali-Mirza, geçe geç vakitte evine döndüğünde onu hizmetçisi Şegen karşılar.
Ali, “Ben yokken, herhangi biri buraya geldi mi?” diye sorar.
Şegen, “Kim cesaret edebilir ki efendim. Senin yokluğunda senin hareminin otlarını kim çiğneyebilir ki, fakat…”
“Fakat ne!, konuş…” der Ali-Mirza.
“Belki de şeytanın kötü ruhu, insan kılığına girip gece yarısı, buraya girip çıkmıştır…”
Ali-Mirza sinirlenerek, “Nerede o şimdi?” diye sorar.
“İşte orada..” diyen Şegen, Zülima’nın, Fatma ve bir diğer yaşlı kadınla kaldığı evi gösterir.
“Onu başka gören var mı?” dediğinde Şegen, iki hizmetçiyi gösterir. Onlar da gece yarısı bir Çerkesin eve girip-çıktığını teyit ederler.
Şüphesi daha da artan Ali-Mirza, kıskançlık kalbini kemirerek sabahlar. Sabah ilk iş olarak, Çegem nehri üzerinde bulunan Canhota köylerine Beşgür hocayı almak üzere adamlar gönderir.
Beşgür hocayı yanına alan Ali, doğruca Zülima’nın kaldığı eve gider. O sırada Zülima Fatma ile beraber Ali’ye ipek kaftan dikmektedir. Fatma da dün gece ortaya çıkan insan kılığında bir şeytandan bahsedildiğini duyduğunu söyler.
Zülima, Ali-Mirza’nın hocayı getirip, kötü ruhu savmak, şefaat dilemek, evine huzur gelmesi, karısının kötü düşüncelerden temizlenmesi, kalbine sevgi ve eşine sadık olması için dua etmesini istemesinden çok etkilenir, bir köle gibi sadakatle bağlı olduğu kocasının, kedisinden şüphelenmesi onu ta derinden yaralar.
Ali-Mirza, Begür ‘ü yanına çağırarak birkaç günlüğüne Kuban’a gideceğini söyler, ondan hiç olmazsa Malka nehrine kadar kendisine refakat etmesini rica eder.
Onlar yola çıktığında, Fatma kalan işi tamamlamak üzere Şegen’i çağırıp ona Zülima adına Kamanat’ı davet etme görevi verir.
Malka’da konuk oldukları yerde Ali-Mirza, Begür hocaya durumu anlatarak şahitliğine ihtiyacı olduğunu söyler. Beşgür hocanın rızasını alır.
Ertesi gece gizli yollardan köye geri dönerek, hocayla birlikte avlunun bir köşesine saklanırlar. Ali tüfeğini kılıfından çıkarıp davetsiz misafiri beklemeye başlar.
Uzaklardan bir atlının nal sesleri duyulur. Yaklaşan atlı avludan içeriye süzülür. Yabancı, sessizce kadınların kaldığı eve yönelip kapıyı çalınca, kapıda yüzü açık bir kadın belirir, erkeği ayırt etmek karanlıkta kolay değildi. Ali, kadının yüzünün Fatma’ya ait olduğunu zar zor seçer. Ali-Mirza, konuşanlara sessizce yaklaşmak üzere eve doğru yönelir, bu arada dikkati dağıldığından tüfeğini çarpar, sarsıntıdan tüfek patlayınca konuşanlar hemen farklı yönlere fırlarlar. Yabancı, tam kapıya yanaştığı sırada ay ışığı onu ortaya çıkarır. Ali, dikkatlice yabancıya nişan alıp ateş eder, yabancı vurulup yere düşer.
Ali-Mirza, kurbanın üzerine atlayarak onu paralar, daha sonra büyük bir hiddet içinde Zülima’nın bulunduğu eve koşar. İlk iş olarak Fatma’yı bulup o haini yok etmek ister. İlk silah sesiyle birlikte bahçenin çıkışına koşup, Şegen’in hazırladığı ata binerek, onunla birlikte kayıplara karıştığından onu bulamaz.
Doğruca Zülima’nın yanına gidip, onu saçlarından tutarak yatağından çıkartır. Onun gözyaşlarına aldırmadan, Kamanat’ın cesedinin yanına sürükler. Tam kamasını Zülima’ya saplamak üzere iken, Beşgür hoca ve prensin hizmetlileri yetişirler. Beşgür hoca, talihsiz kadının şeriat mahkemesinde yargılanmasını talep edince kabul eder. Ali, tamamıyla ayrıldığını ifade etmek için Zülima’nın saçlarını keser, ellerini zincirle bağlayarak, üzerine geniş torba şeklinde bir gömlek geçirir, nefretini ifade etmek için göğsüne bir tekme atarak, onu bir kuyuya kapatmalarını emreder.
Ertesi gün mahkemede kadı sorar, Zülima yanıtlar;
-Kamanat’ı tanıyor muydun?
-Evet, tanıyordum.
-Sen onu seviyor muydun?
-Evleninceye kadar seviyordum.
-Evlendikten sonra onunla kaç kez görüştün?
-Hiç görüşmedim.
-O gece yanına kim gelmişti?
-Ben görmedim.
-Sen onunla birlikte oldun mu?
-Ben uyuyordum ve bir şey bilmiyorum.
-Fakat sen Kamanat’ı tanıyorsun, onu seviyormuşsun, seni ziyarete geldiğini yerde yatan ceset doğrulamaktadır. Bu da senin suçlu olduğunu gösteriyor.
Karar; “Suçlu, canlı canlı yüksek dağdan aşağı atılacaktır.”
Zavallı Zülima, elleri göğsünde, hareket etmeyecek şekilde beyaz bir kefene sarılır, başına beyaz bir örtü bağlanarak, iki siyah öküzün koşulu olduğu bir kağnı arabasına yatırılır. Araba evin avlusundan dışarı çıktığında bir görevli Zülimay’ı ayakları arasında sıkı sıkı tutuyordu. At konvoyu ve mahkeme heyeti Baksan geçidine, Karadağ’ın yakın burnuna doğru ağır ağır yol aldı.
Büyük Kabardey’de, Baksan nehrinin yukarı sağ akıntısında, vadinin bittiği, kara dağların başladığı yerde bir burun vardır. Bu yüksek, sarp dağın nehre bakan tarafı, yeşillikle, karaçalı ve gül dikenleri ile örtülü dik eğimli bir yüzeye sahiptir. Eski zamanlarda Kabardeyler’in toplantıları bu bölgede yapılır, tanrılara kurbanlar adanırdı. Burada mahkeme kurularak suçlular suçsuzlardan ayırt edilir ve suçlular boşluğa bırakılırdı.
Araba, bu sarp burunun başlangıç yerine kadar geldi. Kahrından, nerdeyse ölmüş bir halde olan Zülima’yı uçurumun kenarına bırakırlar. Molla son duasını okuduktan sonra ölüm kararı gerçekleştirilir.
Zavallı kadın, uçurumdan aşağı, kaya çıkıntılarına vura vura, taştan taşa çarparak Baksan nehrinin sularına düşer.
O sırada, uzaktan hıçkırık sesleri duyulur, kalabalığın arasına dalan kendi kanına bulanmış, dağınık saçlı bir kadın, yüzünü, gözünü, göğsünü parçalayarak çılgınca bağırıyordu:
Durun, caniler! Onu parçalamayın…
Ah! Ona acıyın, o masumdur!
Onun kalbi bir su damlası kadar temizdir.

Ah benim canım kızım! Neredesin? Geliyorum.
Bu hayatta seninleydim, seninle öleceğim.
Seni mahvettim, kendim de mahvolacağım.
Ağıt söyleyen bu kadın, yakınında duran bir kişinin üzerine atılarak onun kamasını kaptığı anda kendi göğsüne saplar, mahvettiği Zülima’nın üzerine düşer. Bu kadın Fatma’dan başkası değildi.
Ali Mirza kahrından köyünü bırakıp Abzehler’in yanına hicret edip, onların Rus topraklarına yaptıkları akınları yönetmeye başlar.
Köyün insanları da bu yeri lanetlenmiş kabul ederek Baksan nehrinden Urup’a göç ederler.
Geriye Fatma’nın ağıdı ve Zülima’nın acıklı hikâyesi kalır.
Ondan sonra bedbaht olayın yaşandığı bu yere Kızburnu adını verirler.

Not: bu öykü aşağıdaki kaynaktaki bilgilere dayanılarak yazılmıştır.
Kaynakça: Çerkesler, Nikolay F. Dubrovin, Çevirenler: Habibe Eren&Varol Tümer, KAFDAV Yayıncılık, Ocak 2017, Ankara.

Önceki İçerikAdiğabze, Xabze, Xeku
Sonraki İçerikCumartesi Anneleri: Bitmeyen zulüm
Jiy Zafer Süren
1951’de Samsun’da doğdu. Üniversite’yi terk etmiş ve muhasebeci olarak çalışarak emekli olmuştur. Çeşitli dergilerde şiir ve araştırma yazıları yayınlandı. Kafkasya üzerine yayın yapan, As Yayın’ın kurucuları arasında yer aldı. “Çipxe, Kafkas Aile Armaları” (derleme) ve “Tama Bahar Gelmeyecek” (şiir) isimli iki kitabı vardır. Nisan 2008 itibariyle Jıneps gazetesi yazarları arasında yer aldı, Ocak 2011 tarihinden bu yana yayın kurulu üyesidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz