Hukuk Devleti – Medeniyet – Xabze (1)

0
1223

 

TDK Sözlüğünde Hukuk kelimesini 1. ‘Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü, tüze.’ 2. ‘Bu yasaları konu alan bilim’ şeklinde tanımlar. Hukuk, içeriği her ne olursa olsun, özellikle modern zamanlarda, toplumların olmazsa olmazıdır. Yukarıdaki tanıma göre hukuk, toplumu düzenlediğine göre iyi bir hukukunuz varsa iyi bir devletiniz, iyi bir toplumunuz olacak demektir. Bu, ilk bakışta insana doğru gelebilir. Ancak birazcık irdelendiği zaman öyle olmadığı anlaşılacaktır. Öncelikle toplum bilinçli, yetkin, aşkın vb donanımlara sahip değilse iyi bir hukuk nasıl oluşacaktır? Bu önemli ve ciddi bir sorudur. Diğer yandan iyi bir hukuk oluşturmuş olsanız bile, o hukuku oluşturan maddelerin iyi, yeterli, adil ve kuşatıcı olduğuna kim karar verecektir. Seküler düşüncenin bocaladığı esas nokta burasıdır. Bunun yanında, geleceğe yönelik öngörü açmazların yoğun oluşunun önemli bir sebebi de ‘toplumun, iyi toplum olmamasından kaynaklı iyi bir hukuka sahip olmayışı’ değil midir? Aslında toplum mu hukuku oluşturuyor yoksa hukuk mu toplumu oluşturuyor döngüsü birbirini beslemektedir.

Toplumlara ısmarlanan ithal hukuklar ise sancılı ve sıkıntılı bir konudur. Rastgele ısmarlanmış emanet ayakkabı gibidir. Her zaman bedene uymama riski vardır. Dar gelme, bol olma, bedene uymama ihtimallerinden birisiyle karşılaşılacağı muhakkaktır. Bu tarz uygulamalar mühendislik malzemesi olarak kullanılan ya da ‘balans ayarı’ verilen toplumlarda karşılaşılır. Çoğu kez toplumun arka planını besleyen hafıza sürekli örselendiği için sağlıklı bir toplumsal olgu oluşmamaktadır.

Hem modern toplumlarda hem modernite öncesi toplumlarda, karar alıcılar ve karar uygulayıcılar ile halk kitleleri arasında tarih boyu, mütemadiyen çatışmalar olagelmiştir. Burada bunları tarihi örneklerle desteklemek mümkündür. Asıl konumuz bunları işlemek olmadığından değinip geçeceğim. Günümüzde onlarca farklı rejimlerle yönetilen ülkelerdeki başkaldırılar örnek gösterilebilir. Halk kitleleri, erki elinde bulunduranların gece yarısı çıkardıkları hukuk maddeleriyle neyi, niçin yaptıklarını zamanında doğru anlamayacaklar, anlasalar da yeterince içselleştiremeyeceklerdir. Bu da toplumda mütemadiyen hukuk dışı davranışların artmasına neden olacaktır. Hukuku çiğnediğine inanılan halk kitlelerini hizaya getirmek için harekete geçen kolluk güçleri kaçınılmaz olarak şiddete yöneleceklerdir. Bu da çatışmanın fitili demektir. Hak ve hukuktan habersiz, şehir kültüründen anlamayan, toplu yaşamın ne demek olduğunu bilmeyen yığınların oluşturacağı metropol yaşam şekilleri, yaşam olmaktan çok bir işkence haneye dönecektir. Yukarıda değindiğimiz gibi buna bağlı olarak oluşturulan organizeli ve silahlı güç odakları her zaman adil ve hukuki davranamayacaklardır. Çünkü onlar kitleyi eğitmek ile yükümlü değillerdir.

Böylece, aynı toplumun ürettiği bazı uygulayıcıların, güce hükmediyor olması demirin hikmeti ezmesi anlamına gelecektir. Çünkü taraflara hükmetmeyen hikmet (bilgi) gelişemeyecek ve heba olacaktır. Bu tarz toplumların medeniyet yaratamayacakları kesindir. Tarihin bizlere öğrettiği, medeniyetlerin katılımcı toplumlar tarafından yaratıldığıdır. Grek, Roma – Latin, Maya, Xabze ve İslam medeniyetlerinin tamamına baktığımız zaman bu olguyu görürüz. Hemen hemen diğer toplumların tamamı baskın gelmiş olsalar bile medeniyet ya da özgün medeniyetten uzaktırlar. Medeniyetten uzak toplumlar her defasında medeni toplumları ve gelişmeleri yüzlerce yıl geriye atmıştır. Çünkü medeni toplumların yıkılışları gayri medeni ama bileği güçlü toplumlar tarafından gerçekleştirilmiştir. İbni Haldun da Devlet adlı eserinde sık sık bu konuyu vurgulamaktadır. Bu kadarlık açıklamayla yetinelim ve ‘medeniyet’ kavramına değindikten sonra da esas konumuza geçmiş olacağız.

TDK medeniyet kelimesini toplum bilimi olarak verirken, kelimenin eş anlamlısı olan uygar kelimesini ise;

1. İsim. Uygar olma durumu, medeniyet, medenilik

2. Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü, medeniyet şeklinde vermiştir. Dikkat edilirse tanım tanımda pozitim bir anlayış yok. Maddi ve manevi varlıklar gerçekten toplumun, eşyanın, çevrenin ve tüm canlıları kuşatan bir rahmet eli şeklinde mi yoksa hurafelerle güdülen anlamsız boş hayaller şeklinde midir? Nasıl olması gerektiğini aşağıda Xabze ile ilgili bölümü okurken göreceksiniz.

Medeniyet anlamındaki kelime, ilk defa Marquis de Mirabeau tarafından 1757 yılında Fransızca olarak civilisation kelimesiyle ifade edilmiştir. İngilizcede bundan on yıl, Osmanlı toplumunda ise ilkin Ahmed Vefik Paşa ile 1876’dan sonra kullanılmaya başlanmıştır.

Bu cazip kelime, ilerleyen zamanlarda toplumun müreffeh elit tabakanın yaşam tarzına benzer seçkinci yaşam tarzı örneklemeler yapılarak ayrı kullanıma girmiştir. Batı medeniyeti ifadesinde artık anlamsal içeriği tamamen buna dönmüş olduğu açıktır. Bu da eski Yunandan alınan demokrasinin başlangıçta elitin yaşamını temsil etmekteydi. Zamanla seçkinlerin sahip olduğu hakların tabana yaymaya çalışmalarıyla da demokrasi kelimesi cazip hale gelmiştir. Oysa başlangıçta her bir demokrata ortala 17 – 18 köle düşmekte idi.

Kimi düşünürlerin konuyu normatif olarak ele alıyor olmalarına rağmen hayat tarzını ifade ederken örneğin batı kendi hayat tarzını ifade ederken, konuyu salt ekonomik refaha indirgemenin ileri görüş olduğunu savunmak eksiktir. Kalkınmışlıkla yani refah düzeyiyle normatif değerleri izah etmek doğru değildir. Örneğin zengin hayat süren birinin yasal yaptırımları ortadan kalktığı zaman büründüğü olumsuz ruh hal ve hareketleriyle, herhangi bir yaptırım olmadığı zamanlarda bile adil, dürüst ve hakkaniyetli olan, durumunu asla bozmayan insanlar arasındaki yaşam farklılığını değerlendirirken medeniyet hanesine hangisini koyacağız. Farabi Faziletli şehrin (Farabi, Medinet-ül Fazıla) tanımlamasını yaparken düşüncesinin merkezine fazilet’i koyar.

Bütün bunları açıklamamızdaki asıl amaç, Xabze toplumları adeta sopayla güden hukuk sistemleri gibi midir, yoksa medeni ve demokrasi toplumları gibi elitist midir? Önceki yazılarımda Xabze’nin örf, adet olmaktan öte bugün kullandığımız medeniyet olgusuyla izah etmek gerektiğini yazmıştım. Ayrıca konuşmalarımda yeri geldikçe bu konuyu vurgulamışımdır. En öz ifademi bir kez daha burada yinelemiş olayım. Xabze insanı inşa medeniyetidir. Burada konunun anlaşılması açısından medeniyet kelimesini kullanıyorum. Oysa Xabze kendisi zaten bir medeniyettir. Belki şöyle demek daha doğru olacaktır: Xabze insanı inşa etmektir. Devamla, yazımda şu ifadelerimi de kullanmıştım: Xabze insanlığın diğer adı, vicdanın sesi, toplumun beyni ve hayatın kendisidir. Anlaşılacağı üzere modern, ulus devlet katılığı ve tüccar anlayışı olmadığı gibi seçkinci ve salt sekülerist anlayışta söz konusu değildir. İnsani olacaksınız, vicdani davranacaksınız ve her şeyi ama her şeyi toplumsal yani katılımcı bir akılla işleyeceksiniz Vicdan ise asla terk edilemez. Akıl ve cesaret ise en güçlü muhafız olacaktır. Sonunda da bir yaşam tarzınız oluşacaktır. İşte bunun adı da Xabze olacaktır. Bütün bunları yaparken bireyi inşa etmek zorundasınız, çünkü toplumun çekirdeği olan bireyin kendisidir. Ardından sağlam bir aile ve sağlam bir toplum inşası gelecektir. (Devam edecek)

""

 

Sayı: 2019 12
Yayınlanma Tarihi: 2019-12-01 00:00:00