Yine kendimle konuştum bugün

0
1301

Bazen bir bezginlik ve ümitsizlik hali…
Hep var olan kötü niyet, haset, fesat, samimiyetsizlik daha mı batıyor ne gözüme?
Yanlışların doğru kabulü, bu sözüm ona doğrulara talebin çokluğu, şablonlar, at gözlükleri, tabular, düşünememek, algılayamamak, muhakeme edememek, elifi görüp mertek sanmak, saygının yerini işgal etmiş kamuflajlı küstahlık içimi karartıyor enikonu!
Kendimi sorguluyorum, düzeltilmesi gereken neler neler bulup çıkarıyorum. Bıktım zaten kendimi düzeltmekten, bu kadar mı defosu olur bir insanın? Sıkılıyorum…
Diyorum ki, eskiden olduğu gibi haset ve fesadın gizlice icra edilmesine neden gerek duyulmaz? Bu kadar pervasızlığa nereden bulunuyor bu cesaret? Daha da fenası alkışlanıyor, alkışlanıyor, ayakta alkışlanıyor.
Yalan söyler herkes küçük veya büyük. Başkalarını aldatmak için söylenen yalanı insani bir hata olarak kabul edelim. Bir insan yalan söyleyerek, kendisini aldattığını bilerek, kendi yalanına bu kadar yürekten nasıl inanıyor?
Samimiyet çetrefilli bir hal! Doğruda da samimi olabiliriz yanlışta da, iyide de kötüde de.
İşte burada allak bullak oluyor benim idrakim. Doğruda samimiyet pamuk ipliğine bağlıyken, yanlıştaki bu inat, bu kavi hal, bu sarsılmazlık, bu şeksiz şüphesiz iman ve teslimiyet niye?
Şimdi sorular hazırdır! “Doğru ne yanlış ne, kime göre doğru, kime göre yanlış?” Geçiniz bunları!


İnsan olmanın gerektirdiği evrensel doğru ve yanlışlardan söz ediyorum.
Kişinin kendi yanlışı kendisine dersiniz geçersiniz belki, ya ardına saf duygularla düşenleri kendisiyle birlikte, bilerek, ifsat ederek sürüklüyor olmasına, toplumun tümüne zarar vermesine ve bu tahripkâr eyleme göz yumulmasına, onay verilmesine, seyirci kalınmasına hatta bir ucundan tutulmasına ne buyrulur?
Şeytanın neferlerinin işi değil miydi bu gibi şeyler?
Ya şu umursamazlık? Ah şu vurdumduymazlık! Hiç girmeyelim o konuya…
Bazı sorular da geliyor aklıma.
Birçok şeyin sorumlusu gördüğümüz, bazen doğal değişimle karıştırdığımız asimilasyon ve yanı sıra dejenerasyondan her fırsatta şikâyet edip de, sıra üzerimizdeki tahribatını görmeye ve kabullenmeye gelince, neden hemen anlamsız bir savunmaya geçeriz?
Kaybedilenleri kazanmanın ilk merhalesi “kabullenmek” değil midir?
İçimizden birileri, halkının bugünü ve yarınını dert edinip de bunları anlattığında, belki de göremediklerimizi gösterdiğinde ya da “Hep birlikte onarmaya çalışalım” dediğinde neden ona düşman kesiliriz?
Neden anlamadan dinlemeden dağarcığımızda bugünler için sakladığımız hakaretlerimizi bizim gibi düşünenlerle ittifak kurarak ortalığa saçarız? Hatta daha da ileri gideriz.
Böyle tepkiler verenlerin asimilasyon ve dejenerasyondan yakınma hakları bulunmakta mıdır?
“Yakındıkları kavramlar aslında onlarız mazereti” diye düşünürsek haksız mıyız?
Madem asimilasyondan ve yanı sıra dejenerasyondan yakınıyoruz, bunların üzerimizdeki tahribatının dillendiriliyor olmasına tahammül edemeyip de, çoğunu yaşamadığımız hatta babalarımızın annelerimizin yaşamadığı masalları anlatarak, dinleyerek ve halen yaşandığı yalanını söyleyip kendimiz inanarak nereye varabileceğimizi düşünüyoruz?
Sizce samimiyet midir bu yaklaşım? Ya da gerçekten insanımıza ve halkımıza bir yararı var mıdır?
“Bunlar vardı, artık çoğumuzda yok. Ama yeniden olmalı!” deme cesaretini ve dürüstlüğünü neden gösteremiyoruz.
Kendimizle yüzleşmek demek; bizi motive edecek, bir arada tutacak, kendimizi sevdirecek değerlerimiz kadar olumsuzluklarımızı, doğrulaşmış yanlışlarımızı, söyleyip yapmadıklarımızı, kaybettiklerimizi, başka kültürlerin değerlerine kurban ettiklerimizi de konuşup tartışmak, fark etmemişsek fark etmek, üzerini örtmüşsek açığa çıkarmak, kanıksamışsak silkinip uyanmak, tehlikeleri görmek, birlikte tedbir almak ve çözümler üretmektir.
Korkmayalım!
Yoksa masal dünyasının masalsı insanlarını anlata anlata oyalanıp dururuz.

Önceki İçerikАбазаа Рбжьы – Abazaların Sesi – Ekim 2020
Sonraki İçerik‘Maskeden kurtuluş yok’
Süha Baytekin
1965 Almanya doğumlu. Baba İstanbul, anne Eskişehirli. Haydarpaşa Lisesi ve Marmara Üniversitesi Uluslararası İşletmecilik mezunu. Yüksek lisansını ve doktorasını İstanbul Üniversitesi Uluslararası İşletmecilik'te yaptı. Koç Holding ile başlayıp sayısız firmada yöneticilik, Hamoğlu Holding ile sonlanan, pazarlama, iletişim kordinatörlüğü... Şu anda emekli. Uzun yıllardır sosyal medya ve çeşitli mecralarda yazarlık... 5.000 fotoğraflık eski Çerkes fotoğrafları arşivi var. Kitapları: "Diasporada Çerkes Olmak", "Çerkes Sürgünnamesi", "Kutsal Ay’ın Kızları-1". Basılacak Kitapları: "Kutsal Ay'ın Kızları-2", "Kutsal Güneşin Çocukları", "Diasporik Hikayeler". Medeni durum: Bekâr.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz