Fıccın’ın kurucusu Leyla Kılıç’tan dinliyoruz: Sorumlu hissettiğin insanlar için sürekli bir şeyler üretme kaygısı, olmayanı varmış gibi gösterme gayreti… Var etmek için gecemizi gündüzümüze katarak çalışıyoruz. Fakat karşılığında desteği geçtim, hiç değilse engel olunmasın yeter. Esnaf her anlamda çok yorgun…
Asmalımescit’in hemen orada, Kallavi Sokak’ta peşi sıra dizilmiş dükkânlar. Çerkes mutfağına dayalı yemeklerin yapıldığı bir lokanta. Fıccın’dan bahsediyorum. Seneler içerisinde sadece Beyoğlu’nun değil tüm İstanbul’un simgesi olmuş, Türkiye’deki Çerkeslerin kalbinde ayrı yer tutan şahane bir işletme.
Pandemi nedeniyle mart ayından beri yollarımız kesişmiyor. Ben evde ekranın başında, Leyla Kılıç ise dükkânının başında ayakta kalma mücadelesi veriyor. Aynı işletmelerinin ayakta kalması için çözüm üretmek zorunda olan binlerce esnaf gibi.
Leyla Hanım durumların nasıl olduğunu sorduğum gibi başlıyor anlatmaya:
“Koronavirüs salgınından tabii ki biz de nasibimizi fena halde aldık. Beyoğlu’nda olmak bu dönemde bir dezavantaj oldu çünkü müşteri kitlemizi oluşturanların çalıştığı şirketler, ofisler hepsi kapandı. Hâlâ da açılmış değiller. Oteller iş yapamıyor, e oturum bölgesi de değil… Haliyle işlerimiz çok düştü.
Pandeminin başlangıcında bir müddet kapalı kaldık. Kapalı kaldığımız süre boyunca dükkânlarımızın tamamında tadilat yaptık. Dükkân sayımız da çoktu, personelimiz de. Kimi çalışanlar memleketine gitti, kimisi başka işlere yöneldi. Ama çoğunluğu İstanbul’da ve ailesiyle beraber kaldı.
İlk ay bir ustamız ve birkaç arkadaşımız gönüllü olarak gelmek istediğini söyledi. O dönem hastanelere ücretsiz bir biçimde yemek yapıp gönderiyorduk. Pandemi kendini göstererek gelmişti ama bu kadar uzun ve yoğun bir kapanma beklemiyorduk. Biz her şeye tedarikli olmak için dayanıklı tüketim malzemelerimizi alarak dükkânlara doldurduk.
Elimizde malzeme olunca pandemi hastanelerine destek vermeye başladık. Evlerine gidemeyen sağlık çalışanlarına Mecidiyeköy’de bir otel tahsis edilmişti. Dışarıdan yemek temin etmeleri neredeyse imkânsızdı. Onlara düzenli olarak yemek yapıp gönderdik. Ayrıca bir başka hastanede çalışan personele de, hastane yönetiminin yönlendirmesiyle düzenli olarak yemek gönderdik.
Bu duygu olarak iyi geldi bize. Yani hem motivasyonunu sağlıyorsun hem de dayanışma duygusunu tadıyorsun.
Bir süre sonra bizim böyle bir sosyal sorumluluk üstlendiğimizi duyan bazı kurum ve kişiler ‘Biz de sağlık çalışanlarına destek olmak istiyoruz, bizim adımıza da yemek yapar mısınız’ talebiyle geldiler. Biz de tamamen maliyetine, üç tarafı da memnun edecek şekilde elimizden geleni yaptık. Güzel de oldu. Elimizdeki malzemeleri değerlendirdik, personelimizi işsiz bırakmadık. Bizler için faydalı bir meşguliyet oldu.”
“Aslında bizden hiç uzaklaşmamışlar…”
Leyla Hanım sürece ayak uydurarak internet üzerinden servis yapmaya başladıklarından da bahsediyor, ilk kısıtlamanın sonra ermesiyle misafirlerine kavuşmanın getirdiği mutluluktan da. Alışkanlıklarını değiştirmek zorunda kaldıklarını söylemeden de geçemiyor:
“Kısıtlamaların kalkmasının ardından, tam zamanlı olarak çalışmaya başladık. 1 Haziran itibariyle personelin çoğunluğu geldi. Bu süreçte paket servisini geliştirdik. Yemek Sepeti ve başka aracı kurumlar vasıtasıyla yakın bölgelere servis yapmaya başladık.
Aynı zamanda kendi yerimizde servis vermeye de başladık. Belediyeye ödediğimiz alan işgaliye bedellerini artırdık. Masaları mesafeli bir şekilde sokağa kurduk, hijyen kurallarına uyarak servis yaptık. Mutfağımızda da benzer düzenlemeler yaptık, alışkanlıklarımızı değiştirdik. Aslında bir uyum sürecine girdik.
Ama ne yaparsak yapalım, dışarıdan sokak çok hareketli gibi gözükse de işler istediğimiz noktaya gelmedi. 1 Haziran’dan kasımdaki kısıtlamaya kadar potansiyelimizin yüzde 50’lerinde kaldık. Yaz dönemi sadece kendini kurtardı diyebiliriz.
Gündüz işi çok düşük olsa da akşamları Fıccın’ı unutmayan müdavimlerimiz bizi yalnız bırakmadılar. Heyecanla geldiler, sevgiyle geldiler. Güzel bir dayanışma yaşadık. Aslında bizden hiç uzaklaşmamışlar, çok yakınımızday mışlar. Bu da bize çok iyi geldi.
“Çevre kirliliği yaratma kaygımıza rağmen başka çaremiz yok”
İkinci kısıtlama için bu sefer daha hazırlıklıydık. Yılbaşında paket servis yapacağımızı duyurduk ve ilk defa yakın çevrenin dışına çıktık. İstanbul’un neredeyse tamamına servis yapmaya başladık.
Ürünlerimizi ona göre hazırladık. Yani yeniden şekillendirdik. Mesela Çerkes mantımız çok sevilir, dondurulmuş olarak evlere göndermeye başladık. Fıccını da dondurulmuş ve pişmiş olarak servis edebiliyoruz. Sadece mantıyı ve fıccını değil neredeyse tüm ürünlerimizi paket servis olarak gönderebiliyoruz artık. Fakat kendi yerinde servis yapmaktan keyiflisi yokmuş. Bunu bir kere daha yaşayarak görmüş olduk.
Bir de dükkânda her tarafımız paketle donatılmış vaziyette. Bir salon tavana kadar paket. Çevre kirliliği de yaratıyoruz. Beni çok rahatsız eden bir konudur bu. Hassasiyetle davranmaya çalıştığım, duyarlı olduğumu düşündüğüm çevreye, doğaya karşı bu tek kullanımlık paket ürünlerle zarar vermeye mecbur kaldığımız için rahatsızlık duyuyorum. Ama maalesef başka bir çaremiz yok.”
“Esnaf her anlamda çok yorgun”
Yedi dükkânlarının kapalı olmasının üstüne ödenmeyi bekleyen kiralar, personel maaşları, vergiler… Leyla Hanım bu dönemde her esnaf gibi ekonomik olarak zorlandıklarından da bahsediyor. Devletin esnafa yeterince destek vermediğini söylüyor. Pandemi bitip ‘normal’e dönüş olsa bile kendilerini neyin beklediğini bilmediğini ekliyor sözlerine:
“Sorumlu hissettiğin insanlar için sürekli bir şeyler üretme kaygısı, olmayanı varmış gibi gösterme gayreti… Var etmek için geceyi gündüze katarak çalışıyoruz. Fakat karşılığında desteği geçtim, hiç değilse engel olunmasın yeter. Esnaf her anlamda çok yorgun.
Belki hiç açmasak daha az zararlı olurdu, bilemiyorum. Fakat bir şekilde işimizi çevirmek zorundayız. Bu kadar insan, çalışan ne yapacak? Evlerinde ne zamana kadar bekleyecekler?
Kasım itibariyle tamamen kapalı olan dükkânlarımızın faturaları gelmeye devam ediyor, kiralarını ve stopajlarını ödemeye devam ediyoruz. Üstelik de mal sahiplerinden gelen kiraya zam baskısı, malzemeye gelen aşırı zam yükü, müşterilerimizin alım gücünün düşmesi de cabası. Hiç desteksiziz.
İnsanlar, işletmeler daha çok krediye teşvik edildi. Borçlandırılıp sonrasında bize geri öderler gibi bir davranış oldu.
Açıkçası tasarruflarım ve ailemden aldığım destekle bugüne kadar geldik ama o da tükendi. Yani gerçekten zorlanıyoruz artık. Bundan sonra süreç ne zaman normale dönecek o da belirsiz. Bizi nelerin beklediğini kestiremiyoruz. Şimdi ben böyle bir süreçte bir borcun altına nasıl gireyim?
Hiçbir zaman ipin ucunu bırakmadık, hiçbir zaman işsiz kalmadık. Az da olsa o dükkân hep açıldı ve hep bunun mücadelesini verdik. Çünkü bıraktığımız anda gidecek. Hiçbir getirisi olmasa da iş yaratmaya çalışıyoruz kendimize.
Kısıtlama kalktığında, bu sorunlar sihirli değnekle değişmeyecek. Kısa çalışma ödeneği kesildiği takdirde esnafın gideri daha da artacak. İflas ve kapamalar o zaman daha çok artacak. Yıllardır, işimiz bizim hayatımızın belirleyicisi, yön vereni olmuş. Her günün en az 15 saati işyerinde geçince, işin hayatın oluyor. Ve bizler bir yıldır bu zor şartlarda hayatta kalma mücadelesi veriyoruz.”