Aile hikâyelerine hep meraklıydım. Hem gerçek hayatta hem de okuduğum romanlar ve izlediğim filmlerde aile bireylerinin birbirleriyle ve çevreyle ilişkilerinin onları nasıl etkilediğine, yaşadıkları döneme ait olayların hayatlarına nasıl yön verdiğine, bazen ailedeki tek bir kişinin veya olayın ailenin kaderini nasıl şekillendirdiğine tanık olmak hep ilgimi çekmiştir. Mesela çok satan kitapların yazarı, Nobel ödüllü Orhan Pamuk’un, bir ailenin Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan dönemde, ülkenin değişen toplumsal atmosferinde yaşadığı olayları anlattığı ilk romanı “Cevdet Bey ve Oğulları” benim için yazarın tüm romanları arasında en iyisidir.
Mesela son zamanlarda en severek izlediğim “Downton Abbey” dizisinin konusu da, İngiliz aristokrasisine mensup bir ailenin 1900’lü yılların başlarında bir yandan dönemin değişen koşullarına uyum sağlamak zorunda kalması, diğer yandan gelenekleri sürdürme çabasıydı.
Çocukluğumdan beri bizzat gözlemlediğim veya izlediğim-okuduğum zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz, şehirli-köylü bunca aile hikâyesinde, aileyi bir arada tutan en önemli figürün genellikle kadınlar olduğunu gördüm. Bir ailede kadının çok olması, bu kadınların birbiriyle uyumlu geçinmeleri, kendileriyle ve çevreyle barışık olmaları, huzurlu ve birbirine bağlı bir aile için çok önemli faktörlerdi. Bu kadınların ailedeki en güçlü karakterler olması gerekmiyor. Bir kadın, bazen sadece sevgi dolu kişiliğiyle, bazen becerikliliğiyle, bazen güzel dinlemeyi bilip denge kurmasıyla, herkesin bir arada olmasını sağlıyor.
Benim gelinleri olduğum ailenin guaşesi Bekij Hayat’ın evi de, yaşamının son anına kadar, bütün çocukları ve torunları için gitmeye can attıkları bir çekim merkezi oldu.
Peki, böyle bir çekim gücüne sahip olmanın formülü neydi? Bu sorunun cevabını Bekij Hayat’ın çocukluk ve gençliğini yaşadığı evin düzeninde, rol model olarak seçtiği büyüklerinde ve özellikle bir kadın karakterde buldum.
Bekij Hayat Hanım’ın ailesi, Kafkasya’dan geldikleri dönemde Osmanlı yönetimi tarafından, bugün Ürdün sınırları içinde kalan bölgeye yerleştirilen Çerkes ailelerinden biriydi. Başkent Amman’ın o mahallesi, Çerkes göçmenlerin ilk yerleştikleri ve yoğun olarak yaşadıkları yer olması nedeniyle Muhacirin (Hicret eden) olarak adlandırıldı. Hayat Hanım’ın babası Bekij Omar ve amcası Ramadan, aileleriyle beraber aynı avluya bakan iki ayrı evde oturuyorlardı. Kardeşlerden Ramadan vefat edince iki ailenin de sorumluluğunu Omar üstlendi. Omar’ın çocukları Rabia, Hayat, Kemal ve Sait ile Ramadan’ın çocukları Naima, Hasibe ve Aslan, iki kardeşin eşleri Müminat ve ailede takılan ismiyle Dedaa tarafından birbirlerinden hiç ayırt edilmeden kardeş gibi büyütüldüler.
Bekij Hayat’ın büyüdüğü kalabalık ev, Muhacirin’de yaşayan Çerkeslerin uğrak noktası olan, gün boyu çok sayıda ziyaretçinin geldiği bir evdi. Evin hanımları, evdeki genç kızlar ve yardımcı hanımlar, günün herhangi bir saatinde gelecek misafirlere sofra kurmak için her an hazırlıklıydılar. Mesela her sabah tencereler dolusu koyjapha hazırlamak Hayat’ın göreviydi.
Bekij Hayat Hanım’ın evine de günün hangi saatinde, kim gitse sofra kurulurdu. Kahvaltı sofrasındaki çeşitler arasında en sık koyjapha veya humus yer alırdı.
Ankara’nın hepsi benzer planlarına sahip 3+1 apartman dairelerinden birinin küçük sayılabilecek mutfağından Çerkes ve Arap mutfağının en güzel çeşitleri çıkar; çocukları, damatları, torunlarından oluşan en az 20 kişilik sofralar kurulurdu. O sınırlı alanda o kadar çeşit ve miktardaki yemekler her seferinde aynı lezzetteydi ve servis ısısından miktarına kadar her zaman tam kararında olurdu.
Bayramlarda ikram ritüeli hiç değişmezdi; Çerkes mutfağından peynirli ve patatesli thu halive ile Arap mutfağından cevizli ve hurmalı ma’moul… Ma’mouller bayram boyunca misafirlere yetecek ve çocuklarının evine taşınacak kadar çok yapılırdı.
Torunlarının doğum günü, ilk dişinin çıkması, mezuniyetleri, üniversiteyi kazanmaları, işe başlamaları gibi her güzel gelişme Bekij Hayat için ailenin bir araya gelip kutlama yapma vesilesiydi. Oğlu akordeon çalar, kızları oynar, torunlar kostümler giyer, müzik, dans, tiyatro gösterileri hazırlar, ortalık karnaval alanına dönerdi. O müzikli, şarkılı, danslı, kahkahalı buluşmalar sırasında çıkan gürültüden komşuların şikâyetçi olduğuna hiç tanık olmadım ama karşı apartmandaki komşuların “Perdeleri açık bıraksanız da biz de izlesek” dediğine, balkonlardan, pencerelerden salonu izlediklerine tanık oldum. Bugün eski fotoğraflara baktığımda aynı cümbüşün Ürdün’de çocuklar küçükken de yaşandığını görüyorum.
Hediye vermeyi çok severdi. Bir alışverişe çıktığında, bir başka zaman vereceği hediyeleri satın alır, odasındaki dolabına yerleştirir, torunlarına ve gelmesi muhtemel çocuk misafirlerine vermek üzere bekletirdi. O dolaptan, pahalı olmayan ama çocukların bayıldığı, biz büyüklerin ‘nereden buldu acaba’ diye şaşırdığımız türlü türlü oyuncaklar, sürprizler çıkardı. Dışarı çıkarken çantasında, bir çocuğa rastlarsa vermek üzere şeker, çikolata, küçük oyuncaklar gibi şeyler bulundururdu.
Çocukluk anılarını dinlediğimde, sıkı sıkıya uyguladığı bu ritüelin kaynağının babası Omar’ın can dostu, Ürdün Kraliyet Özel Muhafızları’nın kurucusu ve ilk komutanı Mamila Matgeri Qalajouka olduğunu düşündüm. Mamila, Bekij’lerin evlerindeki çocuklar tarafından yıllarca öz amcaları sanılacak kadar yakın bir aile dostuydu. Mamila Matgeri’nin de cebinde, çantasında her zaman çocukları sevindirecek şeker, çikolata, oyuncak gibi hediyeler bulunurdu. Anlatıldığına göre, sadece Bekij’ler veya diğer Çerkes çocukları değil, kralın çocukları bile onun vereceği hediyeleri heyecanla beklerdi.
Ölen amcasının eşi Dedaa’nın, Bekij Hayat’ı en çok etkileyen kadın figürü olduğu anlaşılıyor. Dikiş, nakış gibi becerileri öğrendiği, hayatını etkileyen kararlarda nasihatlerini dinlediği, becerikli, yetenekli kadın Dedaa.
Derler ki, Muhacirin’deki bütün Çerkeslerin evlerinde mutlaka onun ya diktiği bir Çerkes elbisesi ya da yaptığı bir deri aksesuar vardı.
Dedaa, Muhacirin’deki Çerkeslere diktiği elbiseler için yalnız Çerkes parası (Tha wuapsow = Allah razı olsun) kabul ederdi. Çünkü o zamanlar Çerkesler arasında, yapılan bir iş için para teklif etmek, para almak ayıp sayılırdı.
İşte bence Bekij Hayat’ın bütün kız torunlarına özenle diktiği Çerkes kıyafetlerinin ilham kaynağı, kendisine dikişi de öğreten Dedaa’ydı.
Dedaa, Bekij Hayat’ın oğluna da, kalpağı, çizmesi ve aksesuarlarıyla tam takım bir Çerkes kıyafeti dikti. O kıyafet yıllarca saklandı ve Bekij Hayat tarafından oğlunun çocuklarına giydirildi. Bekij Hayat’ın kız torunlarına diktiği, ilk sahipleri tarafından aile kutlamalarında defalarca giyilen Çerkes kıyafetleri de, şimdi yeni kuşaktan sahiplerini bekliyor.
Toplumun ve ailenin geleneklerini geleceğe taşıyan, bazen kişiliği, bazen becerisi, bazen sadece varlığıyla aileyi bir arada tutan çok kıymetli kadınlarımız…