Sen!
Türküm, doğruyum, çalışkanım,
Yasam küçüklerimi korumak…
Burada duralım…
El kadar çocuklara, zihinlerinden hiç silinmeyecek bir sürgünün yaşatılmasına,
Annesinin sırtında uyuyup da uyanamayan bebeklere,
Açlıktan gözüne uyku girmeyen sabilere,
Çerkes olduğu için minicik adımlarla günlerce yürütülenlere,
Anadilini konuştu diye dili dağlanan ………’e
Çerkes olduğunu neden gizlemek zorunda kaldığını anlayamayan İsmail’e,
Karatahtada ağlatılanlara,
Ne diyorsun?
Gelelim bugüne;
Ufacık çocukların kir pas içinde karın tokluğuna çalıştırılmasına,
Kenarda köşede sokak köpeklerine sarılıp da yatanlara,
Tinercilere, bonzaicilere, esrarcılara,
Tecavüze uğrayıp da öldürülenlere,
Kolu bacağı kırılıp dilendirilenlere,
Ev dediğin bir izbede tir tir titreyenlere,
İstanbul’da yaşayıp daha denizi görmeyenlere,
Akranları ejder meyvesi yerken muzun tadını bilmeyenlere,
Psikolojisi allak bullak yarınları muallak yeni nesillere,
Ne buyuruyorsun?
“TÜRKÜM” diye başlayan andında sen;
Doğruluğu, çalışkanlığı, küçüklerini korumayı, büyükleri saymayı, yükselmeyi, ileri gitmeyi alenen Türk olma-Türkleşme şartına bağlıyor,
Üstelik kendi ettiğin yemini bile tutamıyorsun.
“Büyükleri saymak”la devam edelim mi?