Janxot sarhoştu; aşk sarhoşu…
Uzak akraba halası olan, Fatimat’ın oğlunun düğününe gittiğinden beri başı bulutlarda, yıldızlarda, kendisi, belki biraz ferahlarım diye, nerede olursa olsun soğuk pınarlarda, aklı ise o düğünde gördüğü Larissa’da idi.
Sanki yıldırım çarpmıştı, başka bir şey düşünemiyor, hiçbir iş yapmıyordu. Gece gündüz Larissa’nın silueti, yattığı, oturduğu, at sırtında bir yerlere gittiğinde hep önünde beliriyor, başka bir şey görmüyor, göremiyordu. Bazen ona seslenenleri ancak ikinci, üçüncü seslenişinde, derin kuyudan gelen bir uğultu gibi duyuyordu. Onu tanıyan herkes, “Bu adamda bir şeyler var, değişti, aklını mı kaybetti, nedir bu hali” diyor, hayretle eski Janxot ile şimdiki halini düşünüyor, üzülüyordu.
Sonunda Janxot dayanamadı, kızın olduğu köye gitmeye karar verdi. Böylece onun rutin, günlük seferleri başladı. Sabahları zor yapıyordu. Gün ışıyınca sessizce kalkıyor, giyiniyor, ahıra gidip çok sevdiği doru atını eyerliyor, Larissa’nın köyüne doğru yol alıyordu. Köyün yakınlarına vardığında küçük meşe koruluğuna girip Larissa’nın evine doğru bakarak oturuyor, hane halkının ayaklanıp rutin işlerine başlamasını bekliyordu. Bütün gün boyu, hava kararana kadar Larissa’nın eve giriş çıkışlarını, çeşmeye su almaya gidişini izliyor, hava kararınca da geldiği gibi köyüne geri dönüyordu. Bütün gayretiyle kimselere görünmemeye çalışıyordu.
Epey zaman bu böyle devam etti. Fakat artık Janxot’a Larissa’yı uzaktan görmek yeterli gelmeyince köy içine sokulmaya; samanlık, ahır, sergen, ağaç, herhangi bir yığıntı ardından daha yakından bakmayı yeğledi. Bir hayli zaman da böyle devam etti. Sonra biraz daha cesaretlenerek köyde, Larissa’nın evinin bulunduğu mahallenin sokaklarında boy göstermeyi seçti. Köyde söylentiler dolaşmaya başladı: “Janxot Larissa’nın peşinde…” Bu söylentiler zamanla Larissa’nın ailesinin kulağına da ulaştı. Artık Larissa evin dışına çıkmayı azaltmaya, mümkün olduğunca az çıkmaya, söylentileri kendinden uzak tutmaya çalışıyordu.
Janxot’un bu sevdası artık dilden dile, köyden köye yayıldı. Bütün bölge köylerinde konuşulur oldu. Janxot da, Larissa da akranları içinde parmakla gösterilen; güzellikte, yakışıklılıkta kıyas kabul etmeyecek kadar mükemmel yapıdaydılar. İkisi de alımlı, becerikliydiler ve girdikleri toplumda davranış ve konuşmaları ile göz dolduruyorlardı. Janxot artık evin önünden geçer olmuş, istediğini, sevdiğini Larissa’ya söyleyebilmek için fırsat kolluyor ya da istek ve hediyelerini Larissa’ya götürebilecek ve ondan haber getirebilecek elçi olabilecek kimseleri araştırıyordu.
Sonunda hediye ve tatlı sözlerle, köyden bir kadını aracı olmaya razı etti. Larissa’yı çok sevdiğini, kabul ederse onunla evlenmek istediğini iletmesini rica etti. Kadın, uygun bir günde, pınar tenha iken Larissa’ya, kendisi de su alma bahanesi ile yaklaşarak, Janxot’un sözlerini iletti. Larissa, hiç duymamış gibi, kızararak başını öne eğdi, su değneğine bakraçlarını alarak evine doğru yola koyuldu. Kadın birkaç defa daha Larissa’yı yolda, çeşme başında yakalayarak Janxot’un isteklerini tekrar edip dursa da, Larissa, hep suskun ve kızarmış bir surat ile kadının yanından ayrılıp gidiyordu. Artık insanlar bu sevda üstüne iddialara girmeye başlamıştı. Evlenirler, evlenemezler, babası vermez, Larissa istemez türünden kendi aralarında konuşuyorlardı.
Janxot’un annesi sonunda dayanamadı, oğlunu yanı başına oturtup “Oğlum, bu sevda seni bitirecek, bu böyle olmaz, sürüp gidemez, hem senin hem kızın gençliği böyle tükenemez. Koca Xüit’ten ve ailesinden neyimiz eksiz, olursa olur, olmazsa yolumuza bakarız, senin gibi bir delikanlıya kız mı yok? Buluruz bir çaresini” diyerek dilinden geldiği, gönlünden geçtiği gibi oğlunu teskin edip, bu karasevda döngüsüne son vermesi için söylendi, yalvardı. Janxot ”Yok ana, vazgeçmem, geçemem” dedi. Onun üzerine annesi, “Aracı gönderelim, yoklayalım, veririz derlerse dünürcü gönderir, biz de onlar da artık bu sonu gelmez söylentilerden kurtuluruz” dedi. Janxot annesinin sözünü başıyla onaylayarak odadan çıktı.
Xüit’e kimin sözü geçer diye araştırdılar, soruşturdular. Sonunda Larissaların komşu köyünden iki thamade’yi aracı yapmaya karar verdiler. Hazırlıklar yapıldı, haberler iletildi, ön görüşme için gün alındı. İki thamade kararlaştırılan günde Xüit’in xaceş’inde idiler. Janxot’un ailesi adına orda olduklarını, Larissa için geldiklerini, münasip görür ise iki genci birleştirerek bir aile kurmak istediklerini uygun lisanla, bir elçi olarak ilettiler. Xüit, isteklerini düşüneceğini, kararını kendilerine ileteceğini belirterek, thamade’lere teşekkür ederek onları uğurladı. Thamade’ler durumu Janxot’un ailesine ilettiler. Xüit, eşi ve oğulları ile oturup durumu konuştu, anne aracılığı ile Larissa’ya da bildirdiler. Larissa ailesi ne derse ona razı olacağını belirtti. Aile söz birliği ile kararını verdi. Xüit aracılar ile thamade’lere haber göndererek cevabının hazır olduğunu bildirdi. Thamadeler kararı öğrenmek üzere Xüit’in xaçeş’ine gittiler. Kısa bir hal hatır ve sohbetten sonra asıl mesele üzerine konuşarak, Xüit’e kararının ne olduğunu sordular. Xüit, kendilerine saygı ve sevgisinin sonsuz olduğunu fakat bu konuda olumsuz düşündüğünü, bu evliliği tasvip etmediğini belirterek, kararım budur diyerek, zahmetleri için teşekkür etti. Thamadeler iyi günler dileyerek haberi Janxot’un ailesine bildirmek üzere ayrıldılar.
Haber ulaştığında Janxot adeta sinir krizleri geçiriyordu. Kararı bir türlü hazmedemiyordu. Daha tahammülsüz olmuş, hırçınlaşmıştı. Bu onu daha pervazsız, daha agresif yapmış, adeta Larissaların bahçe duvarına bir sütun gibi yapışmıştı. Xüit ve ailesi rahatsız oluyor fakat gençliğine, cahilliğine verip ses çıkarmıyorlardı. Bir gün, bahçeye bir iş için çıkan Larissa’ya neden istemediğini sordu. Aldığı cevapta “Ailem, babam ne derse ben ona tabiyim” demesi, Janxot’u, başından aşağı dökülmüş bir kazan buzlu su gibi, adeta dondurmuştu. Janxot bu söz üzerine gelmeyi bırakmadığı gibi daha erken, daha sık gelip gitmelere başlamıştı. Xüit ve ailesinin sinirleri geriliyor, canları sıkılıyor ama bir olaya meydan vermemek için de azami gayreti gösteriyorlardı. Bu geliş gidişler, yaz ve güz boyunca devam etti.
Larissa’nın ailesi ya sabır çekiyordu, sabredemeyen Janxot oldu…
Janxot, bir sabah daha hava aydınlanmaya başlamadan kalkıp, atına bindiği gibi Larissaların köyündeki o küçük meşe koruluğuna vardı. Atını, bir yerlere görünmeyecek şekilde bağladı. Atın terkisine yerleştirdiği tüfeğini alarak, alacakaranlıkta Larissaların evinin damına, bir kedi sessizliği ile tırmandı. Dama boylu boyunca, kapının tarafına, içeriden çıkan kişiyi görecek şekilde yattı, tüfeğini atışa hazırlayarak bekledi.
Erken kalkmayı âdet edinmiş olan Xüit, hiçbir şeyden habersiz, kapıya çıkıp hayvanlara bakmak üzere ilerliyordu ki bir tüfek sesiyle olduğu yere yığıldı. Tüfek sesine ilk gelen, eşi Kebexan oldu. Xüit, soluk almakta zorluk çekerek eşini el işareti ile yanına çağırdı. Bir şeyler fısıldıyor fakat eşi bir türlü anlamıyordu. O sırada içeriden büyük oğlu Xoat telaşla gelerek yanına diz çöküp kulağını babasının ağzına dayadı. Kendisini Janxot’un damdan ateş ederek vurduğunu, altınların da yerini söyleyerek son nefesini verdi. Bu arada telaşla damdan inen Janxot, atına koşarak köyden hızla uzaklaştı. Larissa’nın annesi feryat figan ederek ağlamaya başladı. Çok kısa bir süre sonra herkes Janxot’un Xüit’i vurduğunu öğrendi. Bütün köy matem havasına büründü.
Xoat, sakin bir yapıda, aceleci olmayan bir kişiydi. Öncelikle babasının söylediği hazineyi yerinden aldı. Tüm erkek kardeşlerine komşu köylerden büyük araziler alarak onları o köylere yerleştirdi. Kendisi, ailesi, annesi ve Larissa ile baba ocağında kaldı. Bu işleri yoluna koyarken bir-bir buçuk sene geçti. Dağ taş Janxot’u arıyor, bir türlü bulamıyordu. Janxot da ne evine gidebiliyor ne de bir geceden fazla bir yerde kalabiliyordu. Günler böyle geçip giderken, Xoat’ın aklına yedi göbek, ta büyük büyük dedesinden beri ailesinde çobanlık yapan aileden Ajıpşa geldi. O yukarılarda, ıssız bir dağ eteğinde, birkaç sığır ve koyunuyla geçiniyordu. Atını, tüfeğini, azığını hazırlayan Xoat, doğruca onun yanına vardı. Halini hatırını ve bir ihtiyacı olup olmadığını sorarak, getirdiği hediyeleri verdi. Epey sohbet ettikten sonra, asıl niyetinin ne olduğunu, ne yapmak istediğini, aile dostu olarak ona güvendiğini, ne arzu ediyorsa her istediğini sağlayacağını söyledi. Kaçak gezen bir kişiyi aradığını, babası Xüt’i öldüren adamın adının Janxot olduğunu, eğer bir gün yolu yanına düşer ise onunla dost olup güvenini kazanmasını, geliş gidişleri sıklaştıktan sonra da geleceğini bir gün önceden kendisine haber vermesini sıkı sıkıya tembih ederek aralarındaki bağı kimselere söylememesini, sır olarak kalmasını söyledi. Ona 150 koyundan oluşan bir sürü ve güzel bir tüfek ile tabanca hediye etti.
Xoat sabırlıydı… Janxot’un gittikçe çemberi daralıyor, jandarma peşinde dolaşıyor, ha bire kaçakların olduğu yerlere baskınlar yapıyordu. Janxot, daha uzak yerlerde kendisine kalacak yerler ararken, yolu dağ eteğindeki Ajıpşa’nın gorasına düştü. Bir gece yarısı, tüfeği hazır vaziyette, Ajıpşa’nın evine sessizce girdi. Ajıpşa, ocağın başında ateşte yemek pişiriyor, çay demliyordu. İçeri tüfekli bir adamın girdiğini görünce irkildi. Ellerini kaldırarak “Buyur ağam” dedi. Janxot, kendisine bir zarar vermeyeceğini, bir gece kalıp gideceğini söyleyerek sedire yerleşti. Ajıpşa, “Tanrı misafiri başımızın üstünde, aç mısın, suyun, azığın var mı?” diye sordu. Janxot, “Ne varsa, biraz bir şeyler yerim” diye yanıtladı. Ajıpşa, geleni tedirgin etmemek için ne adını, ne başından geçenleri, merak edip sormadı.
O gelişten sonra, Janxot, Ajıpşa’ya önceleri ayda bir, zaman geçtikçe 15 günde bir, sonra haftada bir gelip konaklamaya başladı. Ajıpşa, bu geliş gidişlerde hiçbir şey sormuyor, o güven duyana kadar beklemeyi yeğliyordu. Janxot, yatarken tüfeğini elinden hiç bırakmıyor, öylece tilki uykusunda uyuyordu. Janxot, epey zaman sonra Ajıpşa’ya güven duymaya başladı, başına geleni, kim olduğunu, sevda uğruna bu hale düştüğünü anlatarak kendini tanıttı. Ajıpşa, onun Xoat’ın aradığı kişi olduğundan emin oldu. Daha sonraki gelişlerinden birinde, onun elinden samimi bir şekilde tüfeğini alarak bir köşeye bırakırken, bunca zaman artık birbirlerine güvenmeleri gerektiğini söyledi. Janxot, bir tüfeğe bir Ajıpşa’ya bakarak sessizce sedire oturdu. Bir hayli zaman daha böyle gelip gitti. Ajıpşa iyice güven kazandığını hissettiği zaman, artık durumu Xoat’a bildirebileceğine kanaat getirdiğinde, gizlice haber göndererek “falan gece gelecek” diye bilgi verdi.
O gün geldiğinde, Xoat, tek başına, kimseye haber vermeden, yatsı namazından, evde herkes yatıp uyuduktan sonra tüfeğini, fişekliğini, kamasını alıp, atına atladığı gibi yola çıktı. Her zamanki gibi, acelesi yoktu, atı rahat yürüyüşle, aheste aheste, hedefine doğru sürdü. Bir pınar başında durup hem kendisi hem atını dinlendirdi. Azığından bir şeyler atıştırırken atı da çevreden bir şeyler yiyerek vakit geçirdiler.
Yola koyulduğunda saat gece 2.30’u gösteriyordu. Hiç acele etmeden, sabaha karşı 4.00 gibi, Ajıpşa’nın gorasına vardı. Atı biraz uzakta, bir ağaca bağladı. Havayı koklayıp, bol oksijeni ciğerlerine çekti. İçinden ‘Nihayet o gün geldi’ diye geçirdi. Sessizce eve ulaşıp, usulca kapıyı açtı, Janxot sedirde yatıyordu. Xoat’ın tüm sessizliğine karşın, hissetmiş, doğrulmaya çalışmış, Ajıpşa’nın ocağın yanına bıraktığı tüfeğine, ancak şöyle bir bakmış, o kısa saniyeler içinde de Xoat, tüfeğin şarjörünü bütünüyle Janxot’a boşaltmıştı. Yan odadan Ajıpşa telaşla, gözleri faltaşı gibi açılmış bir vaziyette hole daldı. Xoat’ı sağ salim ayakta görünce “Şükür, sağsın” deyip derin bir nefes aldı.
Xoat ve Ajıpşa cesedi alıp yakındaki ormana götürdüler. Ağaçların arasındaki bir açıklıkta çukur kazıp sabah ezanı okunmadan o çukura gömdüler.
Sessizce tokalaşıp vedalaştılar.
Aradan epey zaman geçmişti ki, Ajıpşa telaş içinde Xoat’a acilen gelmesi gerektiğini, cesedin bir şekilde topraktan çıktığını, kimse görmeden ortadan yok etmeleri gerektiğini söyledi. Xoat, o acelesiz tavrıyla “Korkmana gerek yok” dedi, ahıra gidip atını hazırladı, bir teneke ile yanına gazyağı aldı. Doğruca cesedin olduğu yere vardılar. Xoat, gazyağını yarı çürümüş, bir kısmı hayvanlarca kemirilmiş cesedin üzerine, her yerine gelecek şekilde yayarak döktü. Ardından çakmağı çakıp tutuşturdu.
Janxot, bir dağ başında, karşılıksız bir aşka yanıyordu…
Xoat ve Ajıpşa, birer sigara yakıp ceset kül olup sönünceye kadar beklediler.
Xoat, atına atlatıp evin yolunu tutarken Ajıpşa da gorasına doğru ilerledi.
Aşk, bir dağ başında yanıp kül olmuştu…