Güneş ufuk çizgisine inmiş, yavaş yavaş günü geceye bırakmak için, acele etmeksizin, muhteşem kızıllığını şehrin üzerine saçıyordu. Saat ilerliyor, gün ışıkları azalıyor, yerini alaca karanlığa bırakıyordu. Şehrin en işlek caddesinde, orta boylu, zayıf, 30’unu doldurmamış bir adam hızlı adımlarla ilerleyip otel kapısından yıldırım gibi içeri girdi. Lobiye hızlıca göz attı. Gözleri aradığı kişiyi göremeyince, sert bir dönüş hareketi ile arka taraftaki yönetim odasına yöneldi. Resepsiyon görevlisinin seslenmesine aldırmadı, bunu üzerine arkasından koşuşturan görevlinin bağırmasını duymazlığa vererek odaya dalıverdi. Aradığı kişi yönetim masasında oturuyordu. Kısa bir an göz göze geldiler. Otel sahibi son hamle ile çekmeceye uzandı, o esnada içeri giren adam, belinden tabancasını çıkararak, tam göğsüne dört kurşun boşalttı. Hızla geri döndü, çıkış kapısına yöneldi. Resepsiyon görevlisi duvara yapışmış bir halde, korkudan, kıpırdamadan kalakalmıştı.
Otelden çıkan adam, hızla karanlığa karışıp gitti.
Ona Ziyanhan diyorlardı. Bu ilk ağır vukuatıydı. Önceden adam dövme, bıçaklama, yaralama vakalarının sayısını kendisi bile bilmiyordu. Kimse ona yan gözle bakamıyor, yanından salavatla geçiyorlar, mümkünse yollarını değiştiriyorlardı.
Hatta bir keresinde, nedenini kimse bilmiyordu, evinde namaz kılmakta olan Beslan’ı vurmuştu. Bereket ki bir el ateş etmiş, o da karın boşluğundan girip çıkmış, organlarına zarar vermediğinden kurtulmuştu.
Son olayda ise vukuatı büyüktü, otel sahibi ölmüş, Ziyanhan katil sıfatıyla arananlar listesine dahil olmuştu. Kolluk güçleri aralıksız evine baskın üstüne baskın yapıyor, bir türlü ele geçirilemiyordu. Söylentilere göre evinin, samanlığın, ahırın altlarına, koridorlarla birbirine bağlı odacıklar yaptırmış, birkaç yerden de gizli çıkışlar oluşturmuştu.
Ziyanhan hiçbir şeye aldırış etmiyor gibi görünse de kafasının içinde dönen tilkiler, ona Aslanbi’yi nasıl alt edeceğinin hesaplarını inceden inceye yaptırıyor ama bir türlü hesapları tutmuyordu. Aslanbi, uzun boylu, yağız bir adamdı, Tanrı’dan başka kimseden korkmuyordu, Ziyanhan’ın kurduğu tuzaklardan başarılı bir şekilde her defasında kurtulmuştu. Sonunda Ziyanhan, Aslanbi ile tek başına başa çıkamayacağını anlayınca, sorup soruşturup, Aslanbi’nin hatırını kırmayacağı, sözünü saydığı, komşu köyden Kuchabi’yi buldu. Onu, gele gide, tehditlerle, çeşitli vaatlerle, yoldan çıkararak kendi istediği hale soktu.
Bir gün kararlaştıracaklar; o gün Kuchabi herhangi bir bahane bularak Aslanbi’ye ziyafet verecek, gece geç vakte kadar tutacaktı. Denilen gün geldiğinde Ziyanhan, yanına kendisi gibi kaçakların da olduğu sekiz-on kişiyi de alarak, Aslanbi’nin eve dönüş yolunda pusu kurdu. Kuchabi’nin davetine katılan Aslanbi, güvendiği Kuchabi’nin hoşsohbeti ve sevgisinden hiç kuşkulanmadan, geç vakte kadar karşılıklı sohbetle zaman geçirerek oyalandı. Yatsı namazından bir hayli zaman geçtikten sonra teşekkürlerini belirtip müsaade isteyerek kalktı. Kuchabi onu köy çıkışına kadar yolcu etti.
Aslanbi, can dostu atının üzerinde köyüne doğru yol alıyordu. Atı karanlıkta nasıl olsa şaşmaksızın onu evine götürecekti, buna emindi. Hocadere Geçidi denen yere vardığında, atının kulaklarını dikip kafasını kaldırdığını, karanlıkta zar zor seçebildi. Atının bu uyarısını hep dikkate alırdı. Atının sağrısında duran mavzerini sessizce sıyırarak kucağına yerleştirdi. Çok yakınlardan bir baykuş ötüşü duydu. Burada olmaması gerekir diye düşündü. Kendisi ve atı tedirgin bir şekilde yol alarak geçidin sonuna yaklaşıyorlardı ki bir mavzer sesi ile irkildiler. İkincisi atına isabet etti. At yıkılırken, Aslanbi kendini yere atıp en yakın tümseğin ardına geçti. Mavzeri ile kurşun ışıklarını izlleyerek acele etmeksizin ateş edip, pusu kuranlara karşılık veriyordu. Kurşunu sayılıydı, hesaplı kullanmak zorundaydı. Seslerinden birkaç kişiyi yaraladığını, bir kişiyi vurduğunu tahmin ediyordu. İki buçuk-üç saat böyle karşılıklı ateşe devam ettiler. Sonunda Aslanbi’nin kurşunları bitti. Bunu anlayan Ziyanhan ve arkadaşları, Aslanbi’nin üzerine çöktüler. Aslanbi, Ziyanhan’ı karanlıkta sesinden tanıdı, tanımasıyla kurşunu tam göğsünden yedi; ikicisi, üçüncüsü, dördüncüsü… Artık Aslanbi hissetmiyordu. Ziyanhan belinden kamasını çekerek Aslanbi’nin kafasını bedeninden ayırdı. Gidip Aslanbi’nin atının ölüsü üzerinden heybeyi aldı, kanlı kafayı heybeye koyup kendi atının terkisine asarak, bir zafer nidasıyla, eve doğru yola koyuldu.
Ziyanhan’ın karısı Seiyda, her zaman onu beklerdi. O gelmeden yatmazdı. Gelmeyecekse bildirirdi. Ziyanhan önde, Seiyda arkada odaya geçtiler. Beş numara gaz lambasının aydınlattığı loş odada, camın önündeki sedire oturmakla yatmak arasında uzanan Ziyanhan, elinde tuttuğu heybeyi Seiyda’ya uzatarak “Karpuz istiyordun, al sana karpuz” dedi.
Seiyda kuşkuyla heybeyi alıp, içindeki kesik başı korkuyla dışarı çıkardı, çıkarması ile de donup kaldı. Ne haykırabildi, ne ağlayabildi, öylece, put kesilmiş gibi kalakaldı. Önünde biricik kardeşi Aslanbi’nin kesik başı öylece duruyordu.
Seiyda o günden sonra daha az konuşur, daha az yer, daha az görünür olmuştu. Ziyanhan da ortalıklarda hiç görünmüyordu. Ve hayatları boyunca Seiyda, kocasına asla bir kusur etmedi, yaşadığı müddetçe hem sadık bir eş hem de sırdaş olarak yaşadı.
Seiyda ile Ziyanhan hayatları boyunca bu konu hakkında asla konuşmadılar. Sanki bütün hesaplaşmalarını öte dünyaya bırakmış gibiydiler.
Bu olay çevrede duyulduğunda, Kuchabi köy içine çıkamaz olmuş, olaya müdahil olduğundan çok pişmanlık duymuştu; sonunda oralarda kimsenin yüzüne bakamayacağına hükmederek, varını yoğunu yok pahasına elden çıkarmış, başka bir şehre göç etmişti.
Söylentilere göre Ziyanhan yine evinin altına yaptırdığı gizli geçitli odalarda barınıyor, ara sıra geceleri dışarı çıkıp hava alıyordu. Karısı Seiyda, onun hoşça vakit geçirmesi için 15 yaşında kimsesiz bir kızı alıp getirmiş, Ziyanhan’ın odalığı yapmıştı. Gel zaman git zaman kız hamile kalmış, doğurunca da bebeği canlı canlı gömmüşlerdi.
Ziyanhan uzun yıllar bu yeraltı sığınağında yaşayıp durdu. Sonunda onu sığınağında kolluk güçleri kıskıvrak yakaladılar. Çıkarıldığı mahkemede ağır hapse mahkûm edildi. Uzun yıllar hapis yattıktan sonra boyu kısalmış, saçları ağarmış, derisi kırış kırış olmuş, başı önüne eğik bir ihtiyar olarak köyüne döndü. Kendisini yolda bırakmayan karısı Seiyda ile uzunca bir süre yaşadılar.
Sakin ve sessizdiler, belki de yaşlılığın, yaşanmışlıkların onca ağırlığı omuzlarında dayanılmaz bir yüke dönüşmüştü. O kabına sığmaz Ziyanhan gitmiş; suskunluğun, sessizliğin kuyusunda yaşlı bir adam olmuştu.
Çocuklarının ölümünü gördüler…
Ziyanhan, kendi hayatını, karısı Seiyda’nın hayatını, çevresindeki temas ettiği, dövdüğü, yaraladığı, öldürdüğü insanların hayatını ziyan etmişti. Kim koymuşsa Ziyanhan adını, asla bu kadar mizacına uygun bir ad bulamazdı.
Seiyda ve Ziyanhan peş peşe, suskunlukta ölüp gittiler…