21 Mayıs’a Doğru

0
1394
Beklenen oldu ve 21 Mayıs’la ilgili olarak sürpriz bir gelişme çıkmadı ortaya. Gerçi ben en saf halimle “tünelin ucu göründü” gibi alıkça bir yaklaşımla kırk senedir tanıyamadığım toplumumu birden değişmiş sandım ama aldandığımı da çok çabuk anladım. Kılıçlar hemen çekildi zira. Ortalık allak bullak olurken ben de bir sonraki yazımda “tünelin ucu karanlık” diyerek çekildim kenara.
Lafın özeti şu: 21 Mayıs gibi çok net bir olgu da gruplar bir araya gelemediler. “Sürgün” ve “Soykırım” konusunda olmamıştır demeyen gruplar  kısacık bir metinle bir araya gelmektense birbirlerini öteleyen ve hatta iteleyen mesajlarla köprüleri attılar. Birbirlerine hakaretler etmeye başladılar.
Sürgünü anma noktasında yapılanlar için hiç kıvırtmadan söyleyeyim ki bu bir yamalı bohça örneğidir. Parça parça anma programları dün olduğu gibi bugün de toplumda istenen yankıyı uyandırmayacaktır. Ve bu konuda hiçbir grup kendisini diğerinden daha masum göstermesin. Bütün önyargıları kafalardan silip bir araya gel(e)meyen gruplara kimse fikriyatınızdan vazgeçin demiyor ama garip bir bilek bükme sevdasıyla  kimse de geri adım atmıyor. Ayrışacağınız 364 gün daha varken sizler bu toplumun en hassas ve net konusunda bir araya gelemiyorsanız hiç kimse kusura bakmasın bütün o birimlerden ileride de bir cacık olmaz kanaatimce.
Bir de bana kızıyorlar bazıları. Kullandığım tabirlere takılıyorlar. Teşbihte hata olmaz dememe rağmen ne söylemek istediğime değil de nasıl söylediğime takılıyorlar ya, asıl o zaman ben de tam delleniyorum. Kendilerini -benim söylemim üzerinden giderek- aklama derdine düşüyorlar ki asıl o zaman da komik hatta trajikomik oluyorlar.
Her birileri gündemi takip eden(!), dünya konjonktürünü okuyan(!) ve hatta hatta gündemi oluşturan(!) bu yapılar ile Türkiye, Kafkasya ve dünyayı sallayan entelijansiyamız (!) hepi topu üç beş bin kişi etrafında dönüp duran pastadan pay alma derdine düşüyorlar ki bu da beni yaralıyor açıkçası. Hasbelkader bu üç beş bin kişi içerisinde bulunduğum için de kendimi  “sağmal inek” konumunda görüyorum. Ya da etinden, sütünden, yününden ve dahi kemiğinden sakatatına kadar bilumum parçalarından istifade edilen maltız keçisi gibi…
Bu birbirlerini itme ve öteleme hali zaman içerisinde öyle bir hale geliyor ki belediye hoparlöründen “bunlar bizden değildir,bizimle alakası yoktur” gibi içler acısı bir hale kadar düşüyor durumumuz.
Zalimden şikayet eden mazlumların gücü eline geçirdiğinde (nasıl bir canavara dönüştüğünü de ortaya koyması açısından söylüyorum) Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konjonktürle o kadar paralel gidiyor ki halimiz; hiç kimsenin bir başkasının camına taş atacak hali yok aslında. Herkes kurduğu kaleler içerisinde debelenip duruyor.
Kim ne derse desin bu halimiz benim içimi acıtıyor, canımı yakıyor. Dünya siyasetinde esamimiz okunmaz; Türkiye’de adımız anılmazken biz hâlâ yerelin önemlisi olma aşkıyla birbirimizi kırıp geçiriyoruz.
Bir uzay gemisinden dünyanın fotoğrafları çekildiğinde görünen manzarada o koca koca ülkeler bir fotoğraf karesine sığacak ölçekte görünüyorlar. Senin köyün, benim kasabam ise o fotoğrafın içerisinde bir nokta mesabesinde. O köyün bu kasabanın mühim insanlarının literatürdeki yeri de Meydan Larousse’deki binlerce maddenin belki de üç beş kelimesi…
Siz iri iri lafları söylemeye devam ederken Kafkasya’da atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Adamlar çatır çatır Soçi’ye de hazırlanıyorlar. Türkiye’de ise Çerkes’in adı yok. Mecliste de tek bir temsilcimiz bile yok. Kimliğini ortaya koyabilen tek ama tek bir vekilimiz yokken yani “550’de sıfırken” biz horoz dövüşüne devam ediyoruz.
Bütün irili ufaklı yapıların bir fonksiyonu icra ettiğini; kendilerince bir tabanı olduğunu ve bunun esasında kötü bir şey olmadığını da defalarca ifade ettik. Ama yeri ve zamanı geldiğinde bir araya gelme iradesini gösteremezseniz çıkarılan sesler de davulcu öksürmesinden öte gitmez.
Bir de kibirli halimiz var ki o da içler acısı. Siyaset mekanizması içerisinde neredeyse hiç yokuz.   İstiyoruz ki bizim adımıza birileri borazancılığımızı yapsın. Karar alma sürecinde olmazsanız eğer sizi kimse kaale almaz, oyunun içerisinde figüran olmaktan öte bir görev icra edemezsiniz. Bizim ne kadar asil bir toplum olduğumuz masalı egomuzu gıdıklar; ne güzel gelenek ve göreneklerimiz var gibi masallar da toplumda tatlı bir tebessümden öte bir yankı uyandırmaz.
Ben bütün bu bireysel çıkışların yeri ve zamanı geldiğinde toplumsal bir tepki haline gelmemesi durumunda ısrarla aynı tavrı sergilemeye devam edeceğim.
Bu başına buyruk hallerimizin  Kafkasya’dan sürülmemizin ve başta Türkiye  olmak üzere dünyaya dağılmamız gerçeğinin temelini oluşturduğunu biliyoruz. Hal böyle iken hâlâ ayılmayan hemşerilerimize söylemek istediğim şey şudur: Yapmayın kardeşler, etmeyin babalar, hepiniz ve hepimiz vebal altında kalıyoruz.

Sayı: 2012 05
Yayınlanma Tarihi: 2012-05-01 00:00:00