Efendisiz tutsaklık olmaz.
Ve efendiler tutsaklıklar inşa ederler. Akılları emanet alır, komisyonla devrederler.
Kimi zaman kralların iktidarını korur, kimi zaman holdingler kurarlar.
Mesele; o rantını yiyeceğin toplumu, yaşarken musalla taşına oturtmaktadır. Ebedi cahilliklerine inandırılarak, ömür boyu musalla taşına mahkûm edilenler, kaybedeceği zincir kalmasa da, vahiy beklerler.
Bazen muskayla, bazen haçla çıkarlar ortaya.
Oysa ne camilerin altında ne holdingler palazlanmıştır. Ne kilise devletlerinin kasaları altınlarla dolmuştur. Dindar değil, dincilerdir.
Bağban değil, bezirgândırlar.
Mahalle kasetlerinde hüngür hüngür ağlayanlar, dünya televizyonlarında sosyal bilimci edasıyla konuşurlar. “Büyük şeytan”ın korunaklı çiftliklerinde ağlamaklı yaşarlar.
Küçük kutsal devletler, 500 milyar Euro’luk “günah serveti”ni, dünyanın en büyük holdinglerini ve çil çil altınlarını âsâlarıyla yönetirler.
Her tutsaklık bir efendiye gebedir.
Efendiler bu işi çok iyi bilirler.
Efendiler bazen muskayla, bazen haçla gelirler, hem de üzerine üzerine gelirler. Yüreğine, inançlarına, safiyetine gelirler. Bazen Allah adı zikredip kula kulluk ettirmeye, bazen misyonları gereği gelirler.
Özgür bırakın kendinizi.
Size şah damarı kadar yakın olanla, özgürce geliştirin yakınlığınızı.
Zaaflarınızla, günahlarınızla, sevaplarınızla gidin “O”na. İnsan tarafınızı, duygularınızı, korkularınızı, inançlarınızı kimseye yed- i emin bırakmayın. “O”nun karşısına insanlığını başkalarına teslim etmiş birisi olarak çıkmayın.
Sonra sorarlar adama; “Ben seni musalla taşında titreyesin diye mi gönderdim? Bu aklı başkalarına emanet edesin diye mi verdim?” diye.
Keşke, medeniyetler başka yerde çatışsa.
Keşke, benim yüreğimin üzerinde tepişmese.
Keşke duyguların, inançların üzerinde yeşil dolarlar, misyon sahibi efendi simsarları uçuşmasa.
Keşke.