ÇED Raporu’nda sahte imza

0
460

Son günlerde Mersin’de ufak ufak sallanıyoruz. Daha geçen hafta 4.1’lik bir sarsıntı geçirdik. Her sarsıntıda depremden çok, Mersin’e nur topu gibi doğacak nükleer santralimizi düşünerek korkuya kapılıyorum. Bu santralin yapımını isteyenler, dünyanın teknoloji alanında ABD’den sonra en gelişmiş ülkesi olan Japonya’nın yapamadığını, sanırım bizim yapacağımıza inanıyorlar! Akkuyu’nun sadece 25 kilometre açığından geçen Ecemiş fay hattını düşünüyorum çaresizce. Çaresizce çünkü ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporlarındaki imzaların sahte olduğunu duyduktan sonra endişelerim iyice arttı. Bütün bunlarla nasıl mücadele edilir ne kadar başarıya ulaşılır bilmiyorum. 1976 yılından beri çevreci örgütlerin engellediği Akkuyu Nükleer santrali, çığlıklar bastırılarak yapılacak. Bütün bunlar bu şehirde, bu ülkede, bu dünyada yaşayan biri olarak, çocuklarının geleceğini düşünen bir anne olarak beni dehşete düşürüyor.
Biz insanların çoğu zaman yaptıklarımıza anlam veremiyorum. Aynı dinden aynı ırktan değiliz diye kıyasıya kavga ediyoruz. Hatta o filan yerli oralılar kötüdür diye bir köyü bir şehri bir ülkeyi suçluyoruz. Eften püften şeyler yüzünden savaşlar çıkarıyor, savaştan kaçan insanlar ekmeğimizi bölecek diye, başlarına gelen bizim başımıza kesinlikle gelemezmiş gibi onlardan nefret ediyoruz. Üç kuruş fazla kazanacağız ya da filan geldi hatırını kıramadım diyerek, insan hayatını hiçe sayıp madenlere insanların diri diri gömülmesine sebep oluyoruz.
Malzemeden çalarak yaptığımız binalar üzerimize çöktüğünde yaşlı dünyamızın yer hareketlerini suçluyoruz. Evlerimizi temizlemek adına deterjanlarla suyumuzu toprağımızı kirletiyor, daha çok ürün almak adına tarım ilaçlarıyla hem kendimizi hem tüm canlıları zehirliyoruz.
Doğaya karşı en büyük nankörlüğü yapan bizler kedilere nankör, köpeklere hain diyoruz. İyi meziyetlerimizi insanlık, kötülüklerimizi hayvanlık olarak değerlendiriyor, kendimizden başka kimseye yaşam hakkı tanımıyoruz.
Hemen her evden birilerini alıp götüren kanserlere kendimiz sebep olduk da sevdiklerimizin kanser oluşunun bize verdiği acıları düşünmeden hasta insanların hapishanelerde ölmesine izin verdik. İnsanları yaşatmak adına eğitim alıp “ceza ertelemesine gerek yoktur” kararlarının altına imzamızı attık.
Hemen yanı başımızda acımasızca katledilen insanları seyretmekle yetindik.
Büyük emeklerle dikip yetiştirmek için yıllarımızı verdiğimiz ağaçlarımızı, onları yetiştirenlerin gözyaşlarına aldırmaksızın bir gecede katlettik.
Dondurucu soğuklarda sokaklarda yaşamaya çalışan evsizleri, sokak çocuklarını yok saydık, sonunda sokaklarda yürüyemez olduğumuzda bu duruma şaştık nedense ve bütün bunlara yeter deme cesaretini gösterebilen insanları küçük büyük demeden ezip geçtik.
Biz kendimize ne yapıyoruz diye durup düşünmenin zamanı gelmedi mi?
Dünyamızın çığlıklarına kulaklarımızı tıkayıp, nükleer santrallerimizi bir bir ülkemizin en bakir köşelerine özenle yerleştirmeye devam edelim ama unutmayalım ki bu dünyada fütursuzca katlettiğimiz doğanın insanlığa yaşatacaklarından hepimiz sorumlu olacağız.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz