Tseyhable’lilerin Gelencik’e doğru (H’ul’ıjıy) yolculukları ayaz bir kış günü başladı. Adıgeler, kar kış demeden Ruslar tarafından bir biri ardına ele geçirilen köylerden kaçıp yollara dökülmüşlerdi. Soğuk ve hastalıktan kırılan kafileler, ölülerini etrafa saçarak sahile doğru ilerliyordu. Bazen bu kafilelerin hemen hepsi soğuktan donuyor ya da kar fırtınaları ile perişan oluyordu. Bu kez akbabalar değil, kurtlar ve ayılar karları eşeleyerek altından çıkarttıkları cesetleri parçalıyordu. Tseyhable’liler atları iyice yoruluncaya kadar yola devam ediyor güneş batmaya yüz tuttuğunda bir kuytuya sığınıp geceliyorlardı. Çünkü kar, patikaları örttüğünde gece yolculuk yapmak son derece tehlikeli oluyordu. Yanlış bir adımda uçurumlara yuvarlanma tehlikesi vardı. Geceleri soğuktan korunmak için, yaktıkları büyük ateşlerin etrafında halka şeklinde diziliyorlar ve yamçılarına sarılıp uyumaya çalışıyorlardı. Aç kurtların saldırısına uğramamak için de kafilenin başına silahlı bir nöbetçi dikiyorlardı.
Yolculuklarının sekizinci gününde, denizden başlayarak yükselen Kafkas sıradağlarının tepesine yetiştiler. Önlerinde çok sayıda dolambaçlı ırmakların bir birinden ayırdığı karlarla kaplı vadiler, vadilerin bitiminde kara bir deniz görünüyordu. Sahile yetiştiklerinde yine mahşeri bir kalabalık, yine ölüm, yine panik, yine hüzün vardı. Soğuk hava denizin esinti ile birleştiğinde dondurucu bir soğuğa neden oluyordu. Yine ölen ölüyor, kalanlar ise bir an önce bu cendereden kurtulmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Teseyhable’liler burada dört gün bekledikten sonra büyükçe bir gemiye istif edildiler. Meçhule yolculuk başladı soğuk bir mart ayının son günlerinde. Bu kez geminin ambarındaki kadınlar, güvertede soğuktan donma tehlikesiyle karşı karşıya kalan erkeklere oranla daha şanslıydılar. Vakitsiz ölenlerin adresi yine denizin karanlık sularıydı. Bu yolculukta sadece Tseyhable kafilesinden Hakşavko’ların küçük kızı Fatima hayatını kaybetti. Zavallı annesi Gupsef biricik kızının uzun örgülü saçlarından bir tutam kesip yanına aldı ve yolculuk bitene kadar kızının saçlarına baktıkça kanlı gözyaşları döktü.
Bu sefer umut yolcularını taşıyan gemi Trabzon Akçabat iskelesine demir attı. Gemi Akçabat’ta bir gün bekledi ve yolculardan hiç birinin gemiden inmesine izin verilmedi. Daha sonra, “Şeytanın atına binen, istediği yerde inemez.” (Şeytanım yişı` tetisharer zıdıfayem yepsıxıjıxışüı`ştep.) dedikleri gibi yolculara bir açıklama yapılmadan, gemi tekrar denize açıldı. Günler süren yolculuktan sonra gemi Romanya’nın Balçık iskelesine yetişti. Böylece Tseyhable’lilerin yeni vatanı Balkanlar (Wormel) oldu. Buradaki göçmen yerleşim ve dağıtım işleri Anadolu’ya gidenlere nazaran çok daha düzenli ve kayıpsız olarak yapılıyordu. Tseyhable’liler diğer Adıgeler gibi Osmanlının göçmen komisyonu memuru, kendiside bir Adıge olan Albay Nusret’in çok yardımını gördüler. Albay Nusret Adıgelerin yerleşim yerlerine çabuk ve güvenli bir şekilde taşınabilmeleri için Tuna Nehrindeki gemileri kiralamıştı. Adıgeler bu gemilerle yerleşecekleri bölgelere sorunsuz olarak taşınıyordu. Tseyhableli’ler Albay Nusret’in yardımıyla Vardar Nehri’nin kolları arasındaki Barki Köyü’ne yerleştiler.
Yeni vatanlarında gerek Müslüman ve gerekse Hıristiyanlar kendilerine çok iyi davranıyor, her türlü yardımı yapıyorlardı. Yeni köyleri güzel bir doğaya sahipti. Toprakları da verimliydi. İmece usulü (Şı’ıhafı) bir birlerine yardım ederek önce başlarını sokabilecekleri barakalar yaptılar. Hakşawko’ların gelini Gupsef denizde yitirdiği biricik kızı Fatima’nın saçlarını yeni vatanlarında evinin başucuna gömerek kızı için bir mezar yaptı. Temruko kafilesindeki herkes ile yakından ilgileniyor, onların her türlü sorunlarını çözmek için elinden geleni yapıyordu. Adıgeler yavaş yavaş bu topraklarda yeniden yeşermeye başladılar. Barki Köyü’nde birkaç yıl sonra hayat yavaş yavaş normale dönmeye başladı. Herkesin biraz ekip biçebileceği arazisi ve ahırına bağlayabileceği hayvanı olmaya başladı. Komşuları ile uyum içinde yaşamaya başlamışlardı. Önceleri buranın iklimine alışmakta biraz zorlandılar. Çünkü yeni vatanlarında sürekli yağmur ve dolu yağıyordu. Öyle ki bir gece müthiş bir dolu felaketi yaşanmıştı. Ertesi gün yaşlı Nenay sabah kalktığında küçük bahçesindeki bütün mahsulün yerle bir olduğunu görünce ellerini havaya kaldırıp “Ey Allah’ım veba bile girdiği yerde bir şeyler bırakıyor, sen bize hiç acımadan içinde ne varsa hepsini boşaltmışsın ya.” (Ya Si Allah yemıneriy zeriharem zıgore kırene, wugu kıtemuğow nepsiy, upsiy kemğanow zeće kupgotśıĺır keptupşığiy) diye yaradana sitem etmekten kendisini alamamıştı. Zamanla bu iklime de alıştılar, bu iklime uygun olarak mahsul yetiştirmeyi de öğrendiler. Yıllar akıp geçtikçe aralarında evlenenler oldu, ölenler de. Barki Köyü’ne gelişlerinin 13’üncü yılında yine uğursuz savaş yakalarına yapıştı. Osmanlı Rus savaşı başladı. Adıgeler Osmanlı birliklerinde Rus ve Bulgarlara karşı savaştılar. Bu savaşlarda da sayısız kayıplar verdiler. Nihayet yine eski düşmanları Ruslar galip geldi. Savaş bittiğinde iki ezeli düşman yine kendi aralarında Berlin’de anlaştı. Bu anlaşmadan sonra Adıgeler, Balkanlardan çıkartılarak Osmanlının Asya topraklarına gönderilmeye başlandı.
O günlerde bölgedeki diğer Adıge köyleri gibi, Barki Köyü’ne yerleşen Tseyhable’liler de büyük bir panik ve huzursuzluk içindeydi. Üstelik Hıristiyan halkın her gün baskı ve şiddet girişimlerine maruz kalmaya başlamışlardı. Yeni alıştıkları bu topraklarda, çetin bir yaşam mücadelesi vermeye başladıkları sırada yine onlara sürgün yolları göründü. Romanya liman ve iskelelerine yığılan Adıgeler yine buralarda günlerce aç, perişan bir şekilde gemileri beklediler. Tek güvenceleri yanlarından hiç ayırmadıkları ve gerektiğinde kullanmaktan hiç çekinmedikleri silahlarıydı. Sahillerde mümkün olduğu kadar bir birlerinden hiç ayrılmamaya özen gösteriyorlardı. Hatta kadınlar mahşeri kalabalıkta bir birlerini kaybetmemek için, bel bağları (çepxın) ile kendilerini bir birlerine bağlıyorlardı.
Tseyhable’liler Temruko’nun çabaları sonucu, topluca bir gemiye binmeyi başardılar. Yersiz, yurtsuz kalan Adıgeler yine çar-naçar yollara düştü. Bu kaçıncı itilişti yağmurdan çoraklığa, ışıktan karanlığa. Bu kaçıncı yıkılıştı en uçtan, en derinlere. Bu kaçıncı mezar kazıp terk edişleriydi hiç bilmedikleri diyarlardan, başka diyarlara. Ümitleri yıkan, sevdaları yok eden bu kaçıcı sürgündü. Öz vatanlarından uzakta dört bir yana savrulan bu insanlar, kim bilir ne zaman huzur limanına demir atabileceklerdi.
Tseyhable’lileri taşıyan gemi Boğazları geçerek 1880 yılının Mayıs ayında Ayancık iskelesinde indirdi yolcularını karaya. Burada iki gün bekledikten sonra bu kez yaya olarak perişan bir şekilde Anadolu’nun iç kesimlerine doğru yola düştüler. Boyabat, Vezirköprü, Havza üzerinden Ladik’e yetiştiler. Burada yolculuklarına son vermek istediler ama bu istekleri yerel idareciler tarafından kabul edilmedi. Yine çaresizce yola devam ettiler. Yeni İstikamet Yemişbükü (Bu günkü Taşova ilçesi) oldu, burada olmayınca, biraz daha ilerideki Erek (Erbaa) Kasabası’na geldiler. Kasabaya çok yakın bir mesafede olan Değirmenli mevkiinde konakladılar. Günlerdir yaptıkları yolculuk sonucu iyice bitap düşmüşlerdi. Artık ne pahasına olursa olsun yola devam etmemeye karar verdiler. Temruko, kafilesini burada bırakıp yanına birkaç kişi aldı ve kasaba reisi ile görüşmeye gitti.
Temruko ve arkadaşları kasabaya girdiklerinde müşteri sıkıntısı çeken bir hancı, el kol hareketi yaparak Adıgeleri hana davet etti. Önlerine sıcak bir çorba ve birkaç lokma ekmek koydu. Temruko arkadaşlarına, “İşte arkadaşlar Müslüman bir ülkenin farkı bu, Allah razı olsun aç olduğumuzu anladılar ve bizi yemeğe davet ettiler” dedi.
Yemek bittiğinde teşekkür etmek istediler ama aralarında hancının dilini bilen kimse yoktu. Adıgeler kalkmak için hareketlenince, hancı yemeklerin ücretini alma derdine düştü. Bir türlü meramını anlatamıyordu yabancılara, son çare olarak zor kullanmaya kalkışınca Adıgeler hemen kamalarını çekti. O anda hanın önünden tesadüfen geçen bir Adıge olaya müdahale etti. Olaya müdahale eden Adıge Temruko ve arkadaşlarına Adıgece hancının, yedikleri yemeğin ücretini istediğini söyledi. Savsır gülerek Temruko’ya, “Vallahi buraların Müslümanlarında hiç xabze yokmuş” dedi.
Türkçe bilen Adıgenin yardımı ile kasaba reisinin konağına gittiler. Temruko başlarına gelen olayı ve içinde bulundukları durumu Türkçe bilen Adıgeye anlatıyor, o da kasaba Reisi Mehmet Efendiye tercüme ediyordu. Dinlediği şeylerden etkilenen Mehmet Efendi çaresiz bu insanlara yardımcı olmaya karar verdi. Değirmenli mevkiinde bekleyen kafileyi, daha önceden bölgeye yerleşmiş Çerkeslerin liderlerinden Canbolet beyin fikrini alarak onlara yakın bir yere yerleştirmenin uygun olacağını düşündü. Reis Temruko ve yanındakilere uygun bir yere yerleştirileceklerini ve yarın öğleden sonra tekrar gelmelerini söyledi.
1863 yılında bölgeye gelen Canbolet bey kafilesi Hatunpınar mevkisinde 2 yıl kaldıktan sonra bir yıl kadarda Keseğen yaylasında kaldı. Daha sonra Canbolet beyin ismi ile anılan yeni köylerine, bugünkü Canbolat Köyü’ne yerleştiler. Etraflarında birçok Adıge köyü daha (Kart Osman, Hacıali, Kavalcık, Oğlakçı, Viranönü, Kozlu, Kızılçıbık, Ağacageçi) vardı. Bu köyler Tseyhable’lilerin Erek Kazası’na gelişlerinden 16 yıl önce bölgeye yerleşmişlerdi.
Devam edecek.