Sefer E. Berzeg
Maykop kentinden kuzeye doğru otuz kilometre giderseniz Şhaguaşe ırmağının kıyısında büyük bir kaya görürsünüz. Devrilmiş bir yumurtayı andıran bu kayaya kimi “Çerkes Kayası”, kimi de “Kazak Kayası” der. Doğrusunun ne olduğunu ve ne zamandan kaldığını bilen yoktur. Bazılarının dediğine göre eskiden burada oturan Abzah Çerkesleri büyüyen çocuklarının savaşa gidip gidemeyeceğini bu kayada sınarlarmış. Bu kayaya atıyla tırmanabilen çocuklarını, korkmadan yolculuğa da savaşa da gönderirlermiş. Hatta bir kızın erkek elbisesi giyerek atıyla bu kayaya tırmanıp erkekler arasında yer aldığı da söylenir.
Bilmiyorum, o çağlarda erkeklik gerçekten böyle mi sınanıyordu? Ama bugün düşününce bu insana pek doğru bir yöntem gibi görünmüyor. Bu kayayla ilgili başka öyküler de anlatılır. Bunlar arasında bana en ilginç geleni bir sonbahar günü dağda tanıştığım yaşlı bir Çerkes’in anlattığıdır.
Bu olayın kaç yüzyıl önce geçtiğini kimse tam olarak bilemiyor. O zamanlar, şimdi bu kayanın uzandığı yerin yakınlarında bir köy vardı. Bu köyde yiğitliğe büyük değer verilirdi. Onun içindir ki köyde güzel bir kız yetişince, evlenme çağındaki delikanlılar gelip gider, o kız için gece gündüz demeden birbirleriyle yarışırlardı. Bu köyde Dehaşe adında, o güne kadar görülmemiş güzellikte bir kız yetişmişti. Üstelik kız güzelliğinin de bilincindeydi ve kendini çok ağıra satmaya başlamıştı. Her söylediği bir keramet sayılıp uzak yörelere kadar ulaşıyor, hayranları uzak yerlerden onu görüp konuşmak için geliyorlardı. Elbette bunca delikanlının arasında yakışıklısı da, iyisi de, yiğit olanları da vardı. Fakat o, evlenmek için uzun süre kimseyi kendine yakıştıramadı. Eh, bir kız ömrünün sonuna kadar da evde kalamaz ya, Dehaşe’yi de gitgide zorlamaya başladılar. O da ne yapacağını düşünmeye koyuldu.
Bir gün bu kayanın yanında tüm yörenin katıldığı bir cegu yapılıyordu. Düğündeki kızlar arasında Dehaşe hemen dikkati çekiyordu. Tüm delikanlıların gözleri ondaydı. Kızın gözüne girebilmek için aralarında bir rekabet başlamıştı. Yarışıyorlardı, bayrağı birbirinin elinden kapıyorlar, dans ediyorlardı. En iyinin kim olduğuna bir türlü karar verilemiyordu.
Aniden ceguak’o düğünü durdurarak sözü Dehaşe’ye verdi. Kız, içinde bulunduğu gruptan ayrılıp öne çıkarak, kimsenin beklemediği şu sözleri söyledi:
-Tüm ülkeden yarışmak ve yiğitliğini göstermek üzere buraya birçok kişi geldi. Sizlere hiç duymadığınız şeyler söyleyecek değilim. Söyleyeceklerim de ancak kendi değerim kadar olacaktır. Burada gerek köyümüzden, gerekse başka yerlerden, benim eşim olmak isteyen birçok delikanlı var. Hiçbirinin de kalbini kırmak istemiyorum. Bir delikanlının bir kızı istemesini kimse ayıplayamaz. Herkes istediğini seçer. Kişisel olarak ben eşimde ne soyluluk ne de zenginlik aramıyorum. Şu kayaya atıyla tırmanabilen kişi benim eşim olacaktır…
Orada bulunanlar arasında kendine güvenen biniciler hiç de az değildi. Kimin önce deneyeceğini kestiremeden bir an durdular. Eee insan böylesine güzel bir kızı elde edeceğini bilirse değil kayaya, ateş dağına bile tırmanmaz mı? Canla başla davrandılar. İlk davranan da bu köyün gençlerinden Kanşav oldu. Yakışıklılığına ve yiğitliğine diyecek yoktu. Cins atının üzerinde hiç duraklamadan kayaya tırmanmaya başladı. Hani bayağı da yükselmişti ama aniden baş aşağı yuvarlanıverdi. Peşinden atı da yuvarlanıp üzerine yıkılınca zavallı Kanşav bir daha yerinden kımıldayamadı.
Şölen dağıldı. Altın gibi bir delikanlı ölmüşken eğlenti sürecek değildi ya, çalgılar sustu, herkes şaşkın bakakaldı. Fakat kızın talipleri bir kere coşmuşlardı ve geri çekilmeye niyetleri yoktu. Atlarını koşturup hızlanmaya başladılar. Ama o kadar insanın içinden elbette aklı başında birisi de çıkacaktı. Yaşlı ve güngörmüş biri sözü alıp şöyle dedi:
-Ey millet! Bu genç böyle bir bahtsızlığa uğramışken kayaya tırmanma işine biraz ara versek iyi olur sanıyorum. Hele bir süre geçsin ondan sonra kayaya tırmanmak isteyenler burada toplansınlar, bu işi kimin başaracağını o zaman görelim…
Bu öneriyi herkes kabul etti ve dağıldılar.
Bir iki ay sonra belirlenen süre doldu ve insanlar yine orada bir araya geldiler. Köyde oraya gelmeyen ne genç ne de yaşlı kalmamıştı. Şaşırdılar. Aralarında kayaya tırmanmayı göze alabilen yedi atlı çıkmıştı. Önce kimin deneyeceğini saptamak için kura çektiler ve harekete geçtiler. Ellerinden geleni esirgemediler ama kayaya tırmanmayı hiçbiri başaramadı. Birisinin atı öldü, öbürü kendisi yuvarlanıp öldü, ölmeyenler de ölmüşten beter hale geldiler.
Böylece daha kaç delikanlı bu kayaya tırmanmayı deneyerek öldüler ama kimse kızı elde etmeyi başaramadı. Üstelik gittikçe daha da güzelleşiyordu. İnsanlar ona kızmaya da başlamışlardı. Çocukları ölüp gidiyordu ama Dehaşe inadından vazgeçmiyordu.
Ülkedeki tüm delikanlıların umarsız kaldığı bir anda, dul bir kadının oğlu olan Narıç ortaya atıldı:
-O kayaya ben tırmanacağım!
Herkes hayret etti. “Bu iş kala kala bu dul kadıncağızın oğluna mı kaldı. Herhalde o da zavallı anacığını gözyaşına boğmak istiyor” diye dudak büktüler. “Narıç, bu işe girişmeden biraz düşünsen iyi olur” diyenler de oldu. Ama o bayağı inatçı çıktı ve vazgeçmedi.
Nariç, akranları arasında pek dikkati çeken biri değildi. Ama bir işe girişince vazgeçenlerden de değildi. Ata da iyi biniyordu. Annesi onun herkesin içinde söylediği sözleri duyunca kaygılandı. Dehaşe’nin güzelliği uğruna tek oğlunu da yitirmek istemediğini, girişiminin doğru olmadığını ona söyledi. Ama delikanlı annesini de dinlemedi.
O günden sonra köylüleri Narıç’ı gece gündüz at üzerinde kayanın çevresinde at koştururken görmeye başladılar. Herhalde kayaya nasıl tırmanacağını tasarlıyor olmalıydı. Haber duyulmaz olur mu, oğlanın niyetini kız da öğrenmişti. Kaşlarını kaldırıp dudaklarını büktü:
-Bu iş, kala kala ona mı kaldı.
Kız, Narıç’ın bu işi başarmasını hiç de istemiyordu. O çağda insanların değer yargıları çok değişikti. Hali vakti yerinde bir evde yetişen kız, dul bir kadıncağızın oğluyla evlenmeyi istemezdi. Eh, Dehaşe’nin de gözü çok yükseklerdeydi, Narıç gibi birini kendine yaraşır bulmuyordu. Ama bir defa herkesin içinde söz vermişti ve cayması doğru olmazdı. Onu rahatlatan, o kadar yaman delikanlının başaramadığı bir işi Narıç’ın nasıl olsa başaramayacağı konusundaki umuduydu. İçinden, eh ne yapalım listede o da bulunsun, diyordu. İlerde kendisini, “Hey gidi Dehaşe, uğrunda ne delikanlılar kendini feda etmişti” diye anacaklarını düşünerek bundan gurur duyuyordu.
Bir gün pınardan su alırken durup kayaya doğru baktı. “Ne kadar akıllıyım, diye düşündü. Şu benim düşündüğüm şey kimsenin aklına gelmezdi.” O anda kayanın yanında nereden çıktığı anlaşılamayan bir atlı belirdi. Kız onu neden sonra tanıdı, zavallı Narıç’dı bu. Kendi de bindiği at da ufak tefekti. Kayanın çevresinde dolaşıp onu inceliyordu…
Orada atlıyı seyredip duracak değildi ya, kız geri döndü. İçinden şöyle diyordu: “Zavallı, herhalde uğursuz ağzım tutulaydı da şu sözü etmeseydim diye düşünüyor. Bu işten çoktan vazgeçti herhalde…” Ama vazgeçmemişti.
Günün birinde kayanın yanında yine bir kalabalık birikti. Kalabalıktı ama eskisi gibi bütün köy gelmemişti. Herhalde artık gençlerin öldüğünü görmek istemiyorlardı.
Narıç hâlâ görünmemişti. Yakınları arasında “Şu zavallı çocuk belirttiği saatte gelmezse el aleme rezil olacak” diyenler vardı. Fakat tam “beklediğimiz yeter” diyecekleri sırada Narıç atının üzerinde göründü. Hiç inmeden, geldiği gibi başı dimdik atını sürerek bir anda koca kayanın üzerine çıkıverdi. Orada toplananlar aptallaşmış, gözlerine inanamayarak bakıyorlardı.
Neden sonra bağrışmaya başladılar:
-Yaşa Narıç!
-Annen seni erkek doğurmuş!
Atlı kayanın üzerinde birkaç dakika durdu. Sonra atını geriye doğru sürerek kayadan aşağı indi. Oradakiler Narıç’ın atının nallarının nasıl olduğunu ve atını nasıl eğittiğini öğrenmek için meraktan ölüyorlar, onunla konuşmaya can atıyorlardı. Fakat o kayadan indiğinde de atını durdurmadı, arkasına bile bakmadan, geldiği yöne doğru atını sürüp uzaklaştı. Herkes ne diyeceğini bilemeden kalakalmıştı.
Olup bitenler hızla köye ve çevreye yayıldı. Doğal olarak haberi ilk duyan da kız olmuştu. O sırada elişi işliyordu. Hiç beklemediği haberi duyunca işlemesi elinden düştü ve ayağa kalktı, bir yerlere sığamaz oldu. Böyle bir sonuçla karşılaşacağını hiç ummuyordu. Şimdi Narıç dedikleri o delikanlının karısı olmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.
Bir gün, iki gün, üç gün derken bir hafta geçmişti ama Narıç ortalıkta görünmüyordu. Kız uyuyamaz, yemek yiyemez olmuştu. Sonunda haber gönderip delikanlıyı çağırdı. O da fazla nazlanmadan geldi.
Dehaşe onu güler yüzle karşılayıp yer gösterdi. Öbürü oturmuştu ama hiçbir şey söylemiyordu.
Bilmeseniz, dünyada olup bitenlerle ilgisi yok sanırdınız. O güne kadar kızın bakışları karşısında eriyip yumuşamayan delikanlı görülmediği için onun ilgisizliği ve bakışlarındaki soğukluk karşısında Dehaşe dayanamadı.
-Peki ne bekliyorsun?
Delikanlı yine bir şey söylemedi, gülümsemedi bile.
-Neden bir şeyler söylemiyorsun, işte beni sen kazandın.
Delikanlı yine yanıt vermedi.
-Bana söyleyecek hiçbir şeyin yok mu?
Delikanlı düşünüyordu. Susması söylenecek bir şeyi olmadığından değildi ama söyleyeceklerinin yeri de burası değildi. Onun için ayağa kalktı.
-Ey Dehaşe, dedi. Senin konuştuğun o günü ben çok iyi anımsıyorum. Bütün köy Şhaguaşe Irmağının kıyısında toplanmıştı. Köylüyü yine toplasan da, ben de o zaman konuşsam…
Delikanlının önerdiği gibi tüm köy halkı Şhaguaşe Irmağının kıyısında toplandılar. Önceden gözü daha uzaklarda olmakla beraber istediği olmayınca Dehaşe, işlerin bu şekilde gitmesine de razı olmaya başlamıştı.
Kendisine söz verilince Narıç, kalabalığın içinden sıyrılıp kızın karşısına geldi fakat ona hiç bakmadan konuşmaya başladı:
-Ben o kayaya bu kıza sahip olmak için yarışan gençlere üstün gelmek için tırmanmadım. Dehaşe’nin bu kayada ölmelerine neden olduğu nice değerli genci görünce şöyle düşünmüştüm. Hayır, böyle en seçkin gençlerimizi bu kayada öldürürsek bize hiçbir şey kalmayacak. Savaş yokken, yurdumuza düşman saldırmamışken aslı olmayan bir şey için gençlerimizin yok olup gitmesini doğru bulmadım. Şimdi kalbim rahat olacak. Bu kıza gelince, benim onu istediğim yok, gidip istediğiyle evlenebilir.
Herkes şaşırıp kaldı. Olayların bu şekilde gelişeceğine kimse ihtimal vermemişti.
Delikanlının davranışını beğenerek gülümseyenler çoğunluktaydı. Hiç ummadıkları kadar zeki ve yiğit bir genç çıkmıştı bu Narıç.
Daha sonra olanların aslında önemi yok, anlatılmasa da olabilir. Ama belki öyküde adı geçen kişilerin sonunun ne olduğunu soranlar olabilir diye şunu da ekleyeyim:
Dehaşe’nin yaşamında işleri kendi istediği gibi gitmedi ve o güzelim kız kimseyle evlenemedi. Bu talihsizliği nedeniyle onun ara sıra şöyle yalandığını söylerler: “Bütün bunların nedeni şu uğursuz güzelliğim oldu. Bana bu güzelliği veren tanrı hiç de iyilik etmedi…”
Kimbilir belki gerçekten de öyleydi…
Kaynak: Kafkasya Gerçeği Dergisi, Yayın Yılı: Ekim 1990, Sayı 2