Çağrı (Еджэ – Джэн)

0
777

Sevgili dostlarım, inanın bir daha yazmama kararı alıyorum. Ve belli bir zaman sözümde duruyorum. Daha doğrusu kendime direniyorum. Ne var ki “Alışmış kudurmuştan beterdir!” derler ya, kuduruyorum.
Sormayın “Nedir seni bu kadar kudurtan şey?” diye. Zira sizleri ikna edebilecek bir yanıtım yok. Yani, yanıtsız kudurganlık! Ama her şeye rağmen bir kaç kelam edeyim. Önce, önceliklerimi bildiğiniz için “Çerkes”, “Çerkeslik” ve “Anavatana Dönüş” kavramları üzerinde durayım. Elbette ki bu kavramların içeriği, kapsamı ve özgün özellikleri vardır. Evelemeden, gevelemeden ve söz-sözcük cambazlıklarına girmeden diyorum ki; bir Museviye, bir Ermeniye, bir Arap, Türk ve Çinliye “sen kimsin?” diye sorarsanız, herhalde “insanım” demeyecek, kimliğini söyleyecek, “Çinliyim, Japonum, Arabım, Türküm, Rusum vs”. Sen de “Çerkesim” diyeceksin. Özgün adımız da “Adige (Адыгэ)”dir. Çerkeslik veya Adigelik ise, bir Japonluk, Türklük, Rusluk, Araplık ve Almanlık gibidir. Ne fazla ve ne de eksik! Onlar bu siyasi ve kültürel kimlikleri ile övününce, ırkçılık, bölücülük ve bölgecilik olmuyor da, benim kimliğim neden oluyor?
Dostlarım, güç haktır. Güçlü olan da haklıdır. Senin her konudaki “haksızlığın” güçsüzlüğündendir. O halde, ne yapmalı? Yanıtım; önce “güç” ve “güçlü” ne demektir onu öğreneceksin. Ve kendine soracaksın, “Ben/biz neden güçlü değiliz?” diye.
Sevgili dostlarım, inanın bu soruları kendine sorup yanıtını aramaya başladığın anda “güçlü” olmaya başladığını ve “gücünü” bulduğunu göreceksin. Ama ancak ve lâkin yaşama ve mücadeleye pes etmemiş olacak ve bilinen bu yaşamı (dünyayı) bilinmeyen bir yaşama ve dünyaya devşirmeyeceksin. Bir takım soyut kavramları, “inancım gereği” diyerek yaşamına egemen kılmayacaksın. Şayet böyle bir tuzağa düşmüş isen, nedenini bir başka yerde değil kendi zavallılığında ve aczinde arayacaksın. Çünkü sen teslim olmuşsun. İşte o anda başlıyor, gücün ve güçsüzlüğün nedeni. Aklın kılavuzluğunda kulvarını belirleyip o yolda yarışa devam edeceksin. Pes etmek yok!..
Kişisel bazda en çok sevdiğim anma “doğum günü” ritüelidir. En anlamlı bulduğum ise “ölüm yıldönümü”dür. Birincisini anlatayım; “insan” denilen canlı (tüm canlılar da öyle) emsaller arası bir yarışın galibi olarak dünyaya gelir. Ve yaşamı boyunca bu yarış envaiçeşit sahalarda devam eder. Bizim anladığımız “doğum günü” veya doğan kimsenin kişiliği değildir. Onun hayata gelişindeki “başarısı”dır. İşte devam eden de bu başarının ilmikleridir. Ne zamana kadar? Pes edip yarıştan çekilene kadar. Bu süreçte ürettiği “artı değer” onun kişisel hanesine yazılır. Lehte veya aleyhte olması, ürettiği değerlerle doğru orantılıdır.
Şimdi ikincisini anlatayım, neden “ölüm yıldönümü?” Hayata gelmede gösterdiği başarıyı yaşamı boyunca artarak sürdürdü mü, yoksa “nasıl olsa geldim” deyip yarışı bıraktı mı?
Bu soruya yanıt verebilmek içim “ölüm yıldönümü” ritüelinde, en azından tanıyanlar “Allah rahmet eylesin!” tekerlemesi ile yetinmezler. Ya ne yaparlar? Şunu yaparlar; ürettiği artı değerleri dile getirirler ki dinleyenlere örnek ve ders olsun.
İşte ben bu muhasebe içerikli anmaları çok seviyorum. Yoksa “her can ölümü tadacaktır” ile başlayıp içeriğini anlamadığım Arapça tekerlemeleri ile uğurlamayı haz etmiyorum.
Sevgili dostlarım, affınıza sığınarak gevezeliğimi biraz daha uzatmak istiyorum. Biliyorum, böylesi uzun ve farklı içerikli yazılar okuyucuyu sıkıyor. Ama benim başka bir çarem yok. Sevenlerim katlasın diyorum ve konuya giriyorum.
Sn. Emre Kongar’ın 12 Ekim 2018 tarihli Cumhuriyet gazetesinde kendi köşesinde (s.3) “Aydınların ve yargıçların köleliği” başlıklı yazısını okuyunca, “İNSAN” denilen canlı varlığın (yani benim de insan olduğumu düşünerek) “Acaba ben de o tanımladığı kişilerden birinin yerinde olamaz mıyım?” sorusu kafama takıldı. Neden olmasın? Burada Aristo mantığına girmeden ancak konuyu kendi çapımda ve biraz da haddimi aşarak üç başlık altında irdelemek istiyorum.
1- Kölelik: Bu sözcük hemen hemen insan toplumlarında tüm dillerde mevcut. O halde beşeri varlığın kendisiyle yaşıt. Bu sözcüğü üreten insan hangi eylem ile bu adı koydu. Kendi cinsine mi yoksa bir başka canlının zaptına mı? Sanırım sözcüğün dillerdeki etimolojik kökeni ve tarihsel seyri bunu barındırmaktadır.
Dostlarım, sözü fazla uzatmadan tüm canlıların “ölümden” korkuyor olması ortak paydasından hareket edersek, her insanın bu duygudan kurtulabilmesi ve en azından onu asgariye indirme isteği öne çıkar. Yani “Kendisinden daha güçlü birine sığınma” duygusu. Bu “soyut” veya “somut” bir tanım kapsamı içindedir. Örneğin Çerkesçe bilen dostlarım, Demeko – Дэмэкьуэ’nun ne olduğunu bilir. Bu sözcüğün etimolojisi bize “koşumu” çağrıştırmaktadır. Buradan anlıyoruz ki, insanın ilk koştuğu “ŞEY”in kendi cinsinden biri olduğudur. Bu eylemi zorlama veya gönüllü mü gerçekleştirmiştir? Yanıtım, bilemiyoruz. Ama bir “koşan” ve bir de “koşulan” vardır.
Dostlarım, “sığınma” ihtiyacı, tutsak, esir, biat, itaat ve korunma duyuları karşıtını üretmiştir veya yaratmıştır. Kısaca, efendi-köle ikilisi, insan zaafının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. O halde, “kölelik” insan doğasında var olan bir haslettir. Adı efendi, ağa, ulu kişi, seçkin şahsiyet, asil veya ekonomik güç (daha çok bu işlenir) sıfatlarıyla kutsallaştırılmış bir sığınma odağıdır. Toparlarsak, kölelik bir kimsenin daha güçlü birine “sığınma” duygusu ile başlayan, mutlak inanç, itaat ve biatla beslenip gelişen bir sosyal ilişkiler zinciridir.
2- Efendilik: Bu da insanın doğasında olan bir haslettir. Zira yaradılış esprisi geçerli ise, Tanrı eseri olan insanda “tanrısal” yeti ve özelliklerin bulunması gerekmez mi? Bu gereklilik ise suje olarak elbette ki önce insan dışı canlılara ve sonra da kendi cinsine, yani insana karşı olacaktır. Kısaca insanın insana egemen olması sürecinde, güçlü olan EFENDİ, güçsüz olan da KÖLE olacaktır.
3- Efendi ve Köle (Uşak- Hizmetkâr): Bu da insanın tarihinden bu yana var olan “İKİLEM”. Yukarıda değindiğim gibi “sığınma, korunma ve kollanma” istek ve dürtüsü içinde olan insan, kendi cinsine isyan eder gibi görünse de, aslına uygun yapısı gereği tapınacak veya biat edecek veya adını ne koyarsanız koyunuz, muhayyel bir güç bulacaktır. Ve böylece “kölelik” duygularını doya doya yaşayacaktır. Kısaca mutlaka “EFENDİ” adını izafe edecek birini bulacaktır. Günümüzde olan da budur! 20.10.2018

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz