“Vase” nasıl “mehir”e dönüştü?

0
813

Av. Tuma Rahmi Tuna

Vase konusunda gerçek bir değerlendirme yapmak için avcılık döneminden başlamamız gerekir. Toplumlar henüz toprak mülkiyetine geçmemiş ve sınıfsal farklılaşma oluşmamıştı avcılık döneminde. Avcılık dönemine dair ilginç bir adet var Çerkeslerde. Emredici olan kadın ve ava giden insanlar avladıkları yenilebilir hayvanların en güzel, en etli yerini kadına getiriyorlar. Bunun adı “pşerıh”. “Pşerıh”in anlamı hayvanın en etli kısmının kadına götürülmesi. Kadınların ‘Çerkes Xabze’sine geçmiş böyle bir hakkı var. Orijinal hali “pşerıh” olan bu kelime “pşarıh” haline dönüştü. “Pşa” kadına saygı, kadının hakkının teslim edilmesi demektir.

Çerkes toplumunda kadın böylesi bir kişilik ve değere sahipken süreç içinde toprağa yerleşme, devletleşme ve kölelik olayları başlayınca avcılıkta güçlü olanların toprakta güç kazanmaları neticesi ortaya çıktı. Jean-Jacques Rousseau’nun bir yazısını okumuştum geçenlerde; “Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘Burası benimdir’ diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara ‘Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz’ diye haykırsaydı, işte o adam, insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.” diyor.

Çitle o yeri çeviren büyüdükçe büyüyor ve bugünkü farklılığın temelini atıyor deyim yerindeyse.

Vase sözcük olarak bir anlamda “bedel” demektir ama o “bedel” parayı ifade etmez. Xabze kitabında “vase” başlığını hazırlarken enteresan bilgilerle karşılaştım. İslam dinine girip, Osmanlı ile tanışmanın öncesindeki Çerkes Xabzesinde kadının kocaya verilmesi ile ilgili tayin edilen bir bedel yok yani bedel almak gibi bir uygulama yok. Kadını bir erkeğe vermek gibi bir olay da yok. Kadın erkeğe değil aileye veriliyor. Yani ben bir kadınla evlendiğimde o kadın bana “Ben Rahmi’nin karısıyım” diyemiyor Xabzeye göre. Ben de “O benim karımdır” diyemiyorum. Kadının ailesini kastederek, “Şu ailenin kızıdır” diyorum. Bu uygulama böyle devam ederken kadına bir bedel ödenmedi. Bunun sebebi var; nakdi paraya çok geç geçti Çerkesler. Bunu ifade etmek lazım. Hatta 1700’lü yıllarda Çerkes ekonomisini anlatan bir yazar, “Çerkeslerde takas yöntemi vardı, para kullanmazlardı” gibi bir tabir kullanıyor. Peki ne yapıyorlardı Çerkesler İslamiyet’e geçmeden ve Türklerle tanışmadan önceki dönemde? Evlendirilen kızın dayısına, amcasına vs at, kılıç veya kıyafet hediye ediyorlardı.

Çerkeslerdeki başlık sistemi buydu. Para bedeli sonra başladı. Vasenin karşılığı olarak belirlenmiş bir ücret yoktu. İslamiyetten önce bedel anlamında bir vase anlayışı yoktu.
Xabze kitabıyla uğraşırken bir teori ile karşılaştım. 1932’de Türk Tarih Kurumunun yaptığı toplantıda konuşan Müderris (profesör) Ali Efendi, “Aryan ırkta başlık nedir?” başlıklı sunumunda İtalyan, Alman ve İskandinav ülkelerini gösteriyor. “Babanın verilen kız üzerindeki egemenlik hakkının kocaya geçmesinin bedeli olarak alınan paradır başlık” diyor. Bunu da şöyle örneklendiriyor: Erkek ile kız görüşüp anlaştıktan sonra erkeğin babası oğlunu alıp kızın babasına gidiyor. İsteme usülleri de çok farklı… Çerkeslerde kız babasından istenmez. Ali Efendi’nin anlatımında kızın babası ile erkeğin babası görüşüyorlar, erkekle kızın görüşüp anlaştıklarına emin oluyorlar, iki baba da anlaştıktan sonra kızın babası kızı vermeyi kabul ediyor ve bu kabule karşılık kararlaştırılan para da kızın babasına ödeniyor o anda. Kızın babası bir anlamda “Artık egemenlik hakkı benimdir, sende egemenlik hakkı kalmadı” diyor. Kız merasim kıyafeti giyiyor ve başında bir beyaz bir örtü var. Beyaz örtüyü erkek çıkartıyor. Parayı verip beyaz örtüyü çıkarınca eğemenlik kocaya geçiyor. Bu kısım Çerkes kültüründe de var. Çerkeslerde kız ocağı yakıyor, ocak yandıktan sonra kızın başörtüsü kızın babasına teslim ediliyor ve kocası kızı alıp gidiyor. Anlamı şu: “Çıktığı ailede mutlu topuk bırakmış, girdiği aileye de mutlu ayak atmış. Yani çıktığı aileyi terk etmemek, unutmamak ve onunla bağını sürdürmek anlamına geliyor. Girdiği aileye de aileyi benimseyerek girdiğini ve o aileye ait olduğunu anlatıyor. Bu bakımdan Aryan ırkın uyguladığı geleneğin en güzel şekli bence Çerkes Xabzesindeki durumdur.

Ömer Nasuhi Bilmen’den okuduğum bir ayet var: “Bedenini kullandığınız kadının mehirini ödeyin” diyor ayette. Yani bir kadının bedenini kullanacaksanız onun bedelini ödeyin; mehir bedel demek. İslamdaki bu bedel ödeme tarzı hem Aryan ırkındaki egemenlik hakkını hem de Çerkeslerdeki iki aile arasındaki bağlantılı hakkı ortadan kaldırdı. Bunun yerine neyi getirdi? Net olarak bir nesne haline getirdi kadını. Yani parayı verince kadın senin. Bundan sonra yavaş yavaş Çerkeslerde değişim başladı. Osmanlıyla irtibatı kurdular, 1453’te İstanbul’un fethinden sonra İslamiyet doğuya doğru yayıldı Fatih’ten itibaren. Kabardey pşılarının sınıflamasını yazarken okuduğum bir kitap var. 9-10 uzman tarafından yazılan kitapta “Kabardey pşıları, Fao Sultan derlerdi” diyor. “Fao” nereden geliyor belli değil ama oradaki yoruma göre Fatih Sultan’dan gelme bir tabir gibi kastediliyor ama açıkça söylenmiyor. Kimisi de Mısır’dan geldiğini iddia ediyor pşılık sisteminin, kimisi de Osmanlıdan geldiğini. Osmanlı oraya yöneldikten sonra Çerkeslerdeki kölecilik arttı. Kölecilik sisteminde, savaştıkları başka kabilelerin erkek ve kız çocuklarını ele geçirme sistemi başladı. Yani bu savaşan iki kabile arasındaki bir Çerkes de olur, Kırımlı da olur, başka halklardan da olabilir. Bunlardan hareketle kadının bir nesne haline getirilmesi, bedelli hale getirilmesi fikri de ortaya çıktı. Bu durum devam ederken kölelik sorununu yazan kitapların birçoğunda en çok kölecilik merkezi olan bölgelerin içinde Kafkasya başta gelir diyenler var. Kölecilik sisteminin Çerkes dünyasında başlayıp geliştiğini söyleyenler de var. Bu yaşam biçiminden sonra bu köleler komşu halklardan elde edildi, kendi halkından elde edildi, Kabardey Kabardeyi köle etti. Bu kölecilik sistemi doğup Osmanlı da Kafkasya’ya göz dikince köle temin merkezi Kafkasya oldu.

Halil İnalcık’ın 1945’te Belleten Mecmuası’nda yayınlanan “Savaşın Menşei” adlı makalesinde şöyle deniyor: “Osmanlı-Rus savaşında Çerkeslerin sayısı arttıkça Osmanlı, İngiltere ve diğer ülkelere köleler daha çok Afrika ve Balkanlardan gelirken köle temin politikası Kafkasya’ya yöneldi.”

Prof. Abdullah Saydam’ın ifadesine göre ise Çerkes pşıları Osmanlıya geldiği zaman 184 bin köle getirdiler. Rusya’da kölelik yasaklanınca köleliğin serbest olduğu Osmanlıya gelişler arttı. Tekirdağ’a gelen Çerkes nüfusu içinde kölelerle asiller arasında çatışmalar yaşandı, yine Uzunyayla’da benzer türden kavga yaşandı. Hatta Dumaniş Mahmut adında biri Uzunyayla’daki köle savaşına, köleliğe bir çare bulunup köleliğin kaldırılması için Çerkes Teavun Cemiyeti’ne bir mektup yazıyor.

Bu sırada 28 Aralık 1846’da Osmanlı Devleti, Kafkasya’dan yapılan esir ticaretini İngilizlerin baskısı ile yasaklıyor. Fakat köleliği bırakınca saraydaki cariye ve köle olarak kullandığı asker sisteminde büyük bir açık oluşuyor. Yapılan araştırmada şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor: “Çerkes köleleri burada rahat, herkes halinden memnun.” Dolayısı ile Osmanlı, İngilizlerin baskısı ile daha önce kaldırdığı köleliğin devam etmesini istiyor.

Çerkesler Osmanlıya geldikten sonra vase kavramı hediye olmaktan çıkıp bir bedel haline dönüştü. Artık para anlamına gelen vase, gün geçtikçe Çerkes kültürünü zedelemeye başladı. Hani Türkçede bir laf var, “parayı veren düdüğü çalar” diye, parayı veren herkes Çerkes kızını almaya başladı. Eskiden gençler evlenirken “kimlerin kızı, kimlerin oğlu” tabirleri varken kızlar sorgusuz sualsiz evlendirilmeye başlandı.

Özellikle 1948-50’li yıllardan sonra tam anlamıyla bir Türklere kız satma adetine dönüşüyor. Eline üç bin lira alan gidip bir Çerkes kızı alıyordu. Gilasteney (Kahramanmaraş) bölgesinde bu işe aracılık eden şahısları da tek tek tanıyorum. İsimlerini de sülalelerini de tanıyorum, bu işleri nasıl yaptıklarını da biliyorum ama isim vermeyeceğim. Bu arabulucular aracılığıyla 3 bin lira verdikten sonra kime kız verildiğini soran soruşturan da yoktu. Bu hale dönüştü. Bu olaylar doruk noktasına çıktığı zaman, bizim orada ben bir soruşturma yaptım. 17-20 tane Çerkes köyü var bizim tarafta, benim ulaşabildiğim 23 vaka oldu, 23 Çerkes kızını böyle satmışlar.

Bu olayların tartışması o zamanki büyüklerimizce bizim evde yapılırken, benim amcam da o zaman büyük bir hocaydı, “Vallahi, Allah Levh-i mahfuzda* kimin kimle evleneceğini, isim isim yazdı. Allah yazıyor bunu. Onun için Çerkes kızını Türke verdiniz veya üç bin liraya sattınız gibi kim bir tartışma yapıyorsa o kafirdir” diye bir fetva verdi. Bu toplantı esnasında ben de büyüklere çay getirip götürüyordum, ortaokula gidiyorum o zaman… Konuyu daha önce soruşturduğum için bu duruma zaten tepkili idim ve izin isteyerek bir soru sormak istedim. Amcama soracağım ama orada oturanlardan biri de babamın dayısı Vunej Aziz’di. Vunej Aziz, “Soramazsın sen soru. Sana sorma hakkı vermiyorum” dedi. Ondan sonra Merzey Abılhüda, o da hoca, orada oturuyor. “Yahu, çocuğa bir izin verin” dedi. Bu ısrar üzerine söz hakkı verdiler bana. Ben de “Acaba Allah Türk mü?” diye sordum. Hala hiç unutmadım, babam kapıya yakın oturuyor ve kırbaç da yanıbaşında asılı duruyor. “Alim, çabuk o kırbacı bana ver” dedi Vunej Aziz. Beni dövmek için. Böyle birşey söylenir mi, “Allah Türk mü?” gibi. Tabi çocukluk işi benimki. Yine Merzey Abılhüda işe karıştı, “Niye böyle bir şey söyledi, açıklamasına izin verin, yemukhs/ayıptır” dedi. Niçin böyle bir soru sorduğumu sordular bana ve ben de şöyle bir cevap verdim; “23 tane Çerkes kızı üçer bin liraya Adana’ya, Antep’e, Osmaniye’ye kimliği bile araştırılmadan Türklere satıldı. Ama bir tek Türk kızı bizim gençlerden birine yazılmadı. Allah 23 tane kızı Türklere yazarken Çerkeslere niçin bir Tük kızı yazmadı” dedim. Ve beni kovdular.

Sonraları bu durumla ilgili gençler olarak bazı tedbirler aldık, kız almaya gelenlerden birinin arabasının içine taş doldurduk ve suya düşürdük, bir başkasının kulağına çakı ile çentik atan olmuş, yine birinin burnuna çakıyla çentik açtılar. Ondan sonra bir dedikodu yayıldı, Çerkes köylerinden kız satın almaya gidenin kulağı burnu kesiliyor, sakın gitmeyin diye.

Bu olaylarla ilgili başkaca bazı anılarım da var tabii. Çoğunu anlatmak istemiyorum ama birkaç anımı anlatmazsam durumun vahameti ortaya çıkmaz.

O zaman ortaokul son sınıfta okuyoruz, iki arkadaş bir otobüsle Maraş’tan Göksun’a gelirken yolcunun biriyle kavga ettik. Adam Çerkes kızı satma hikayesini anlatıyor yanındakine. Dayanamadık ve müdahale ettik sohbete. Çattığımız adamın Afşin mafyası olduğu ortaya çıktı ve bizi otobüsün içinde dövmeye kalkıştı. Neyse ki araya diğer yolcular girerek zarar görmemize engel oldular. Otobüs Çataloluk Çeşmesi denen bir mola yerinde durunca biz korkumuzdan aşağı inemedik, çocuğuz daha. Derken kavga ettiğimiz adam otobüse geldi, “Yahu ben hata yaptım çocuklar, benim annem de Çerkes” dedi ve ısrar ederek bize yemek ısmarladı.

Bir başka anım da şu: Abim Kırşehir’de müftüydü, ben de üniversite öğrencisiydim. Kırşehir’de ayakkabılarımı boyatırken ayakkabı boyacısı durduk yere “Dünyada ne kadar Çerkes varsa hepsinin ….” diye bir küfür salladı. “Niye küfrediyorsun yahu, ne oldu?” dedim. “Şu geçen hanımlara bak” dedi. Baktım, birkaç kadın beraberce yürüyorlar. Boyacıya bir şey demedim ama akşam eve gidince abime bu durumu anlattım. Abim cevap vermek yerine “Akşam seni bir yere götüreceğim” dedi. Akşam gittik bir eve, evdeki herkes bizimle selamlaştı ama damat yok ortada. Meğerse damat deli imiş ve bir ip ile bağlı olduğu yataktan ayrılamıyormuş. Yani bir deliye vermişler Çerkes kızını.

Çok asil geçinen bir aile, ismini vermiyorum, bir yere kız vermişti, görmeye gittim. Abimle konuşurlarken kapıda dinlediğim bir olay. Aynen şöyle diyordu: “Gittim, hepsi girdi bana selam verdi, elimi öptüler ama damat girmedi odaya… Onlar çıkınca kızıma sordum, ‘Yavrum hepsi girdi ama damat girmedi’ deyince, ‘Bekle baba, gelir’ dedi. Ayakları olmayan, kalçasının üstünde sürünerek ilerleyen bir adam girdi odaya. Kızım, ‘İşte beni verdiğin adam budur baba’ dedi.

Böylesine dramatik sonuçlar doğurdu vasenin parasal bir bedele dönüşmesi… Bu çok acı…

*Allah”ın olmuş ve olacak her şeyi tespit ettiği bir kitap ya da bilgi hazinesidir. İnsanların başlarına gelecek şeyleri de ihtiva ettiği için Kader Kitabı da denir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz