Teori ve Pratik

0
1486

Sevgili dostlarım, şu anda il, ilçe, köy veya yurdun en ücra bir köşesinde yaşıyor olabilirsiniz. İşin ve aşın (ekmeğin) gereği herhangi bir çalışma ortamında olabilirsiniz. Veya emeklisinizdir, evinizde oturuyorsunuz.

Sevgili dostlarım, nerede ve ne gerekçe ile olursa olsun, bulunduğun veya yaşadığın her yerde “teknoloji” denilen ahtapotun kolları arasındasın. Ne kadar çırpınırsan çırpın bundan kurtuluş yok. Ağlasan da, sızlasan da, bağırsan da, çağırsan da, isyan etsen de nafile! “Aman bizim zamanımızda her şey ne güzeldi. Her şey organikti. Hatta insanlar bile! Ya şimdi, insanlar da bir tuhaf oldu. Herkes menfaatçi, yalancı, dolandırıcı, soyguncu ve aldatıcı. Kimsenin kimseye güveni kalmadı. Eş, dost, akraba birbirinin gözünü oyacak neredeyse” diyorsun. Bu arada siyaset kurumu ise bir başka alem. Kısaca, toplum tabanı (ne ise) ve tavanı ile çatırdıyor. Ama sesi duyan da yok.

Sevgili dostlarım, siz bu tabloya yüzlercesini ekleyebilirsiniz. Ama ve ancak bu durumun tek nedeni “Teknoloji” midir? Şayet buna “evet” derseniz, onun yani teknolojinin yaratıcısı İNSAN olduğuna göre çaresi de onda olmalıdır. Değil mi? O da olamıyorsa nedir?

Sevgili dostlarım, bizim köy 2000 rakımlıdır. On iki yaşıma kadar orada yaşadım. Daha sonraları da uzun zaman fiziki temasım devam etti. Her şey, ama akla gelebilecek her şey, günümüzün moda tabiriyle ORGANİK idi. Ama inanın yetmiş yaşı bulan, iki elin parmak sayısını geçmezdi. “Elli altmış yaşında, daha ne kadar yaşayacak?” tümcesi hala kulaklarımda çınlıyor. Ee bugün yaşantımızın tüm ihtiyacı olan, yiyecekten giyeceğe her şey İNORGANİK! Ama yaş ortalaması 75, ne olacak şimdi?

Sevgili dostlarım, hepimiz ne yazık ki geçmişimizle yüzleşmeyi sevmiyoruz. Topu taca atmadan, ona buna kusur ve kabahat bulmadan, kısaca kendimden söz ederek örneklenmek istiyorum. Zira şikayetçi olduğum her konunun ben neresindeyim? Ailem, yetmiş-seksen yıl önce bulunduğu köyde (Merzifon-Tavşandağı) o zamanın ölçülerine göre fakir sayılmazdı. Neyimiz vardı?

1- Bir çift öküz – bazen iki çift olurdu.

2- Bir at

3- Üç-dört inek (sağmal)

4- 20-30 koyun

5- Bir kağnı arabası

6- İki manda (sağmal)

7- Alt katı ahır beş odalı ev

8- KAFKAS tipi bir ambar

9- Ekim için birkaç tarla (büyüklüğünü hatırlamıyorum)

10- Çayırlık (ot için)

11- Köyümüzde, buğday ve meyvenin her çeşidi yoktu ve yetişmezdi, sadece yabani meyveler vardı. Buğday yerine “YAZLIK” diye tabir ettiğimiz bir nevi buğday türü “SİYEZ” ve az miktarda yulaf yetişirdi.

 Ve anne, baba ve beş kardeş, toplam yedi nüfus. Ne yer ve ne içerdik? Neler giyerdik? Ne siz sorun ne de ben anlatayım. Gaz lambası lükstü. Çok az ailede bulunurdu. Ocak (şömine) ateşinin ışıkları bir nimetti. “Doktor mu” dediniz. O da ne?

Sevgili dostlarım, şu anda ve bu zamanda yaşadığım hayat, o geçmiş günlerimi hatırlamama engel değildir. Ne var ki, ben öyle nankör ve öyle inkarcıyım ki, babama kızıyorum. Ve diyorum ki “Neden televizyonun, cep telefonun, otomobilin, çamaşır makinan ve buzdolabın yoktu. Çamaşırlarını odun külü suyunda ıslatıp, tokaçla yıkıyordunuz” v.s…

Sevgili dostlarım, enteresandır. Günümüz yetkililerinin çoğu, birbirlerini “sizlerin zamanında” şunları bunları yapmadınız. Örneğin, Türk Kurtuluş savaşında, öküz arabalarıyla cephane taşıyordunuz. Sizin zamanınızda ekmek karne ile veriliyordu. Millet ayağına çarık bulamıyordu. Hastanelerde doktor yoktu. Zaten hastane de “yok” denilecek kadar azdı suçlaması gündemde?

Daha sonraları, yani yirmibeş-otuz yıl önceki imkanları ve o günün koşullarını hesap etmeden siyaset adına verip veriştiriyorlar. Sevgili dostlarım, büyüklerimiz nasihat ederken, şahsen ben içtenlikle onu dinlerdim. İnanın halen öyledir. Çünkü onlar yaşamın pek çok yönünün pratiğinden geçtiler. Tüm peygamberler de Misal ve Emsal vererek olmuş veya olabilecek iyilik ve kötülükleri anlatmıyorlar mı? Şimdilerde, en yakınınıza, kendinizce, yani pratiğiniz gereği bir şeyler anlattığınızda inanılmaz bir alınganlık gösteriyorlar. Buna çocuklarımız dahildir. “Bugün hava bulutlu” dediğinizde, birileri fena halde bozuluyor. “Ne oldu?” diye sorduğunuzda “Hava bulutlu ise yağmur yağacak”. Ee ne var bunda? “Demek ki yağmur yağarsa su birikintileri meydana gelecek. Orada ördekler yüzecek”. Tamam da “yüzsünler”. “Öyle değil ama siz bana ördek diyorsunuz!” Pes valla! “Benim takma adım ördek, hakaret ediyorsunuz.”

Sevgili dostlarım, bunun neresini düzelteyim? Sadece, yakınlarımız ve dostlarımız mı? Koca koca siyaset erbabı yetkililer bile “Alınganlık” hastalığı içindeler. “Yemekten sonra bir bardak maden suyu mideye iyi gelir” demeyin sakın. Çünkü “beni zehirlemek mi istiyorsun. Zira onda zararlı GAZ var!” diyebilir.

Sevgili dostlarım, teori ile pratik kanla yürek gibi ilişkilidirler. Hiç okumadan, yani teorisini bilmeden, öğrenmeyi “pratiğe” bırakırsanız, buna ne zamanınız ne de ömrünüz yetmez.

 – Ya dinleyin

 – Ya okuyun

Sonra da kendi pratiğinizde doğruya ulaşın. İşte o zaman “PRATİK DOĞRUYU BELİRLER” sözü yerine gelecektir.

 Sevgili dostlarım, lütfen “Islah” adı altında “Dereleri” kurutmayın. Doğal yataklarına müdahale etmeyin. Kenarına evler, ahırlar, ağıllar, kümesler yapmayın. Yılan, avına sessiz ve sinsice yaklaşır. Avını ürkütmez. “Av” da kendi keyfince yaşıyorum sanır, sonra yılan dişlerini geçirdiğinde, iş işten geçmiş olur. Tilkinin en büyük düşmanı nasıl ki derisi ise, doğanın da en büyük düşmanı güzelliğidir. Bunu “kendince” av görenlerin tuzağına dikkat!

Sevgili dostlar, Anavatan Kafkasya tarih boyu “av” oldu. Avlandı. Yem oldu. Sürüldü. Yaver oldu. Uğrunda öldüğüne, önce kahraman ve sonrada hain oldu. İnsanlık, din ve sadakat uğruna özünü yok saydı. Aynı suda yıkana yıkana, yıkandığı suyu “berrak”, kendisi ise “bataklık” oldu. Şimdilerde her iki tarafta yine, 21. yy’da 1500 yıl önceki bir Arap kabile kültürüne tutsak, felakete doğru tam yol yelken açtı.

Sayı: 2019 02
Yayınlanma Tarihi: 2019-02-01 00:00:00