Sanırım bir elimin bütün parmakları yaşındayım. Karnım ve sırtım ağrıyor, boğazım acıyor ve annemin yolda uyuyanların üzerinden habersizce aldığı kumaş parçalarının altında yatıyorum. Bu habersizce alma işini ayıpladığım için kumaşların altına girmiyor ve benimle konuşmuyor. Oysa içimden ayıplamıştım!
Sahilde dün bizimle gelenlerin hemen hepsi birbirlerine sarılarak büyük bir tepe oluşturmuştu. Hiç kıpırdamadan soğukta öylece duruyorlar; sanırım birinin bu insan tepesine çıkarak, yukarıya koydukları ödülü almasını bekliyorlar. Bu tuhaf oyunu üzerlerine konan kargalar ve köpeklere rağmen bozmamak gibi bir kural var. Kardeşim annemin karnına sarılmış ve durmadan ağlıyor. Üşüdüğüm için kıpırdayamıyor, titremekten konuşamıyor ve bu küslüğe bir anlam veremiyorum.
Çok fazla insan, dalga, çok fazla öksürük ve karga sesi var. Köpeklerle aşağıya yuvarlanarak oyundan çıkanların dışında, uzaktan gördüğüm yığın kıpırdamıyor. Sonradan gelenler bağırarak bu insan yığının oyununu bozmaya çalışsa da yarısına kadar çıkıp, orada diz çökerek tepeye varamıyorlar. Kargalar onların hamleleriyle dağılıyor, bağırıyor ve tekrar konuyor. Bu sessizliğe son vermek için anneme uzanıyorum, sanırım istemem gibisinden kendisini kasıyor. Sırtı taş gibi ama başka bir şey yapmıyor, kızmadığı için biraz sarılabilirim. Elim kardeşimin ağlamaktan ıslanmış ve sümüklenmiş yüzüne değiyor. Elimi emiyor! Bazen yanağımı yüzüne koyar, annemin memesiymiş gibi onu kandırır, gıdıklanan yanağım yüzünden çok gülerdim. Ama bu sefer “içimden ayıpladığım” için suçluydum ve kıyamadım; henüz bebek olduğundan, başını annemin yakasına doğru yasladım. Biraz sustu ama henüz arkadan annemin yüzüne eğilip barışma cesaretim yok. Ayrıca sırtımın ve göğsümün ağrısı buna izin vermiyor.
Uyandım. Her yer ıslak, artık dalga, karga, köpek, ve yağmur sesi var. Öksürük sesi yok. Kardeşim ve annem uyumaya devam ediyor. Bir ara, gagasında bir sürü saçla annemin omzuna konan bir kargayı, o ana kadar görmediğim bir asker kovuyor. Üzerimdeki yığının arasından aniden göz göze geliyoruz. İkimiz de çok korktuk ve o neden korktu bilmiyorum. Parmağını bana uzatıyor, sesler çıkarıyor, sonra kendi göğsünü işaret ediyor ve sanırım adını, bana adını söylüyor “Berje…Berje”. Bu arkadaşlığına karşılık ona yaşımı söylemek için beş parmağımı açarak, elimin içini yüzüne tutuyorum.
“Novorossiysk Körfezi’ndeki Dağlıların, insanın içini ezen görüntülerini asla unutmayacağım.
Kıyıda, yağmurda ve soğukta toplanan 17.000 insanın, tifüs ve donarak ölümle yüz yüze kaldıkları o çaresiz anları…
Islak toprakta, bir kaç paçavranın üzerinde yatan o Çerkes kadınının cesedini ve biri acılar içinde tifüsle kıvranırken, ölü annesinin taşlaşmış bedenini şuursuzca emen diğer bebeği…
Yüreğim sarsılarak hatırlayacağım.”
Adolf Berje, Rus İmparatorluk Askeri