Yeşilin Hemşincesi Yeşildir!

0
1602

Dilimiz gözyaşı döküyor,

çünkü kendi çocukları onu terk ediyor,

ağır yükleriyle yalnız bırakıyorlar.”

Useyno Gey Cosaan’ın Wolof şiirinden (Senegal)

Hemşincede yeşile ne denir?”, “Okula ne denir?”, “Televizyona ne denir?”, “Hemşincede teşekkür ederim nasıl denir?”

Bu ve benzeri sorulara muhtemelen yalnızca Hemşince üzerine çalışan kişiler değil, Lazca, Gürcüce, Romeyka, Adıgece, Abhazca vb. diller üzerine çalışanlar da muhatap oluyordur.

Bu sorulara nasıl yanıt vermek gerekir? Elbette dil konusunda nasıl bir bakış açısına sahipseniz ona göre bir yanıt vermeniz gerekir. Hangi kelimelerin bir dilin kelime varlığı içinde sayılması gerektiği konusunda birbirine karşıt iki temel görüş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunlardan biri “özcülük” diyebileceğimiz görüştür.

Özcülük mü? Yapaylık mı? Özgürlük mü? Yozlaşma mı?

Türkçe söz konusu olduğunda “öztürkçecilik” olarak karşımıza çıkan bu görüşe göre dil yabancı kelimelerden mümkün olduğunca arındırılmalıdır. Dile yerleşmiş yabancı kelimeler yerine kendi öz kaynaklarına dayanan sözcükler kullanılmalıdır. Öz kaynaklardan dile iki şekilde sözcük kazandırılabilir. Birincisi dilin konuşucuları arasında derleme çalışmaları ile mümkün olan bütün kelimeleri toplamak ve yerel olarak kullanılan kelimeleri ulusal düzeyde dolaşıma sokmak. İkincisi ise özellikle kentleşme, teknoloji ve toplumsal gelişime bağlı olarak yabancı dillerden gelen kelimelere yeni karşılıklar bulmak. Elbette yeni bulunan karşılıkların hepsi toplumda kabul görmeyebilir. Bazıları hızla yerleşirken, bazıları uzun yıllar geçse de sınırlı bir kullanıma sahip olur.

İkinci görüş ise bir dilde kullanılan kelimeler hangi kökenden olursa olsun, o dilde kullanılıyorsa artık o dilin bir parçasıdır. Yerine yeni kelimeler üretmenin anlamı yoktur. Dile yapılan bu tip müdahaleler dili yapaylaştırır.

Çok kısaca özetlemeye çalıştığım bu iki görüş, Cumhuriyet öncesine giden, siyasal, sosyal görünümleri de olan kadim bir tartışmayı temsil eder. Bu tartışmaların, Türkiye açısından düşündüğümüzde dilsel tutumların, batıcılık, laiklik, İslamcılık, laik milliyetçilik ve Türk-İslamcı milliyetçilik gibi siyasal tutumlarla da doğrudan ilişkisi olduğunu söylemek lazım.

Kendi Diline “Düşman”

Yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan dilleri konuşanların bir kısmının maalesef kendi dillerini “köylü dili”, “gelişmemiş dil”, “toplama dil” vb. ifadelerle küçümsediklerini görürüz. Siyasal tutumlarından dolayı bunu yapanlar sınırlı sayıda olsa önemsemez geçersiniz ama çok daha yaygın bir kitle üzücü de olsa bu tutuma sahip. Bu tutuma sahip kişiler, Türkçe söz konusu olduğunda kelimelerin kökenine bakmadan Türkçe konuştuklarından şüphe etmezken, anadillerini konuşurken yabancı kökenli kelimeleri cımbızla seçerler ve sorarlar: “Yeşilin Hemşincesi yok mu?”. “Televizyonun Türkçesi var mı?” diye sormazlar, televizyonu Türkçe sayarlar. “Teşekkür”ün Arapçadan geldiği akıllarına bile gelmez, “Hemşince nasıl teşekkür edeceğiz” derler. Yani bir Hemşince metinde yabancı dillerden gelmiş üç beş kelime görmesinler, hemen bu dil zaten yarım dil, gelişmemiş dil söylenmeleri başlar.

Hemşince ile ilgili bu tutumların oluşmasında elbette yeterince Hemşince yazılı metin olmaması, eğitim ve yazı dili olarak Hemşincenin kullanılmaması önemli bir etken. Okulda, kitapta, gazetede, dergide göründüğünde o dile giren yabancı kelimelerin kullanımı da büyük oranda normalleşecektir. Elbette bu kelimelerin “olmamasının” eksiklik olarak görülmesinin bir nedeninin de yabancı dillerden giren kelimelerin çoğunun Türkçeye de yabancı dilden girmiş olmasıdır. Türkçedeki kullanımı Türkçenin yazılı ve görsel basındaki büyük ağırlığından dolayı normalleşirken, aynı kelime Hemşincede kullanılınca bir eksiklik gibi algılanır. Örneğin bir Hemşinli Türkçe konuşurken diyelim ki “Ben sinemaya gidiyorum” dediğinde sinema kelimesinin “Türkçesi nedir” diye sormaz, düşünmez. Ancak aynı kişi “Yes sinama gertam” dediğinizde, “Sinemanın Hemşincesi yok mu?” diye sorabilir. “Muhabbet ediyoruz” dediğinizde Türkçe konuştuğundan şüphesi olmayanlar, “Muhabbet enik” dediğinizde dilinizi yetersiz saymaya kalkıyor. Hâlbuki muhabbet kelimesi bilindiği üzere köken olarak Türkçe de değildir, Hemşince de değildir. Türkçedeki yabancı kökenli kelimeyi sorgulatmayıp, Hemşincedeki yabancı kelimeyi sorgulatan ruh halini sorgulamalıyız.

Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi Türkçe mi?

Yabancı kökenli kelime sorgulaması yapacaksak misal bir simge metinden başlayabiliriz: “Gençliğe Hitabe”. Atatürk’ün bu metninde toplam 176 kelime bulunuyor. Bu kelimelerden 94 tanesi Arapça kökenli, 7 tanesi Farsça kökenli, 2 tanesi Yunanca kökenli, 1 tanesi İtalyanca kökenli, 1 tanesi Fransızca kökenli. Geriye kalan 71 tanesi ise Türkçe kökenli. Yani metindeki kelimelerin yaklaşık %40’ı Türkçe kökenli. Bu metni Hemşince olarak yazsam eminim bu yüzdenin üzerinde Hemşince kökenli kelime kullanabilirim. Egemen dil olmasına rağmen, devlet dili olmasına rağmen, okulları olmasına rağmen bu böyle. Bu arada bu durumu bir eksiklik, yanlışlık olarak gördüğüm için ifade etmiyorum. Yok olma tehlikesi altındaki dillerimizi konuşanların kendi dillerine ilişkin tutumun ne kadar temelsiz olduğunu göstermek için söylüyorum.

Kelimelerimizin Kaynakları

Hemşincenin kelime varlığı öncelikle halkın Hemşince konuşurken kullandığı ve kökeni ne olursa olsun bütün kelimelerdir. Dilimize Arapçadan, Farsçadan, Türkçeden ve Batı dillerinden birçok kelime girmiştir. Artık bu kelimeler bizim de olmuştur.

Hemşincenin yazılı dil haline geldikçe kendi kelimeleri içinden ve kendi kelime üretme prensiplerine göre kelimeler üretmesi ve kullanması da gayet normal karşılanmalıdır. Yazı dilinin gerektirdiği, konuşma dilinde pek kullanılmayan gramer olarak doğru kelimelerin dolaşıma girmesi kaçınılmazdır. Kendi dilimizle daha çok konuşur, okur ve yazarsak dilimizin sınırlarının bizim için de nasıl genişlediğini eminim fark edeceğiz.

Bu yüzden Hemşincede yeşilin ne demek olduğunu aramaktan çok, dilimizi nasıl yeşillendiririm diye çaba göstermek gerekiyor. Çünkü Hemşincede yeşil vardır. Yeşil, yeşil demektir.

Önceki İçerikLaz tarihinin ortaçağından: Lazia Metropolitliği
Sonraki İçerikKüçük Kara Balık
Mahir Özkan
Artvin İli Makriyal / Noğedi (Kemalpaşa ) ilçesinde 1978 yılında dünyaya geldi. Çukurova Üniversitesi Felsefe Öğretmenliği Bölümü'nden 1999 yılında mezun oldu. 2008-2011 tarihleri arasında Agos gazetesinde yayınlanan öyküleri 2014 Eylül'ünde 'Hemşin Öyküleri' adıyla Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı. 2016'da Hemşince çevirisini yaptığı Küçük Prens, 'Bidzig Pirens' adıyla yine Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı. Derlemelerini Uğur Biryol'un yaptığı İletişim Yayınları tarafından yayınlanan 'Karardı Karadeniz' ve 'Karadeniz'in Kaybolan Kimliği' adlı kitaplara makaleleri ile ve Leyla Çelik ile Elif Yıldırım'ın derlediği, Nika Yayınları tarafından yayınlanan 'Yeşilden Maviye Karadeniz'den Kadın Portreleri' adlı ortak kitaba bir öyküsü ile katkıda bulundu. 2009-2014 yılları arasında Norradyo adlı internet radyosunda 'Hemşin Öyküleri' adlı bir program hazırlayıp sundu. 2014 yılında bu yana yayınlanan Gor dergisinin yayın ekibinde yer alıyor. Evli ve bir kız çocuğu babası.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz