Tehlike altındaki dillerin yaşatılması için çalışan dil aktivistlerinin karşılaştıkları büyük sorunlardan bir tanesi, dilin söz varlığının geliştirilmesine yönelik çabaların kuşkuyla karşılanması oluyor. Kuşkucu yaklaşanların bazıları zaten dilini bir yük gibi gören ve bir an önce kurtulmak isteyenlerden oluşuyor. Asimilasyona gönüllü olan böylelerine söyleyecek çok sözümüz yok. Ancak diğer bir kısmı dili “koruma” refleksiyle böyle bir tutum aldıklarını belirtiyor. Bu nedenle bu kişilerin tutumları tartışmaya, konuşmaya değer.
Dili olduğu gibi korumak mümkün mü?
‘Dili olduğu gibi korumak’ dille ilgili olumlu bir tutumu ifade ediyor görünür. Gerçekten öyle mi? Bunu anlamak için uzağa gitmeden Türkçeye bakalım. Türkçenin en eski sözlüğü olan, Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı sözlükte 9.000 sözcük ve cümle yer almaktadır. 1072-1074 arasında yazıldığı düşünülen sözlüğün en eski nüshası 1266 yılında Şam’da yazıya geçirilmiştir. Bugün ise TDK sözlüğüne göre Türkçede 616.767 sözcük bulunmaktadır. 9.000 kelimeden buralara nasıl gelindi? Elbette tarihsel karşılaşmalarla bağlantılı olarak önce Arapça ve Farsça başta olmak üzere Doğu dillerinden, daha sonra Fransızca ve İngilizce başta olmak üzere Batı dillerinden birçok sözcük Türkçeye girdi. Bu arada Cumhuriyet döneminde özleşme hareketi başlatıldı ve birçok yabancı kelimeye Türkçe karşılık olarak yeni sözcükler üretildi. Hem yabancı dillerden girenler hem de yenileri bugün Türkçenin kelime hazinesini veya sözcük dağarcığını oluşturuyor. Bugün hâlâ TDK yabancı kelimelere karşılık Türkçe sözcükler üretmeyi sürdürüyor, dili olduğu gibi korumayı düşünmüyor. Doğrusu da budur. Sorgulanması gereken; Türkçe için bunu doğru bulan, “Türkçesi varken” kampanyalarına coşkuyla katılan Hemşinlilerin Hemşincenin geliştirilmesine yönelik çabalar karşısında “olduğu gibi koruyalım” demeye başlamaları. Hiçbir dil olduğu gibi korunmaz. Toplumsal gelişme ve değişimi yakalayamazsanız, yani olduğunuz gibi durursanız gerilersiniz. Yani durursanız düşersiniz.
Zengin dil, zengin düşünce
“Filoloji ve dilbilim çalışmalarında, bir dilin sözcükleri, terimleri, yabancı dillerden gelme öğeleri, atasözleri, deyimleri, insanlar arasındaki ilişkilerde kullanılması gelenek olmuş kalıp sözleri ve kalıplaşmış birtakım özdeyişler, bir bütün olarak sözvarlığı adı altında ele alınır.” (Aksan, 2002: 13). Ancak insanlar dilin sözvarlığının tamamını günlük yaşamlarında kullanmazlar. 800-1000 kelime günlük sözlü iletişimde tüm kelime kullanımının yaklaşık %95’ini veya temel bir yazılı metnin yaklaşık %80-85’ini kapsamaya yeterlidir. Ancak günlük yaşamın alanı değiştikçe bu temel kelimeler de değişmektedir. Örneğin yayla evinde yaşayan bir Hemşinli için “çerkena” (yayla evinin köşesinde bulaşık yıkanan ve bir su gideri olan bölüm, su gideri, lavabo) günlük yaşamının bir parçasıydı ve bu kelimeyi kullanıyordu. Bugün birçok Hemşinli bu kelimeyi bilmez. Bugün günlük yaşamında çerkena değil, lavabo var, kombi var. Günlük yaşamında bu kelimeleri nasıl ifade edecek? Elbette o nesneleri ne olarak biliyorsa öyle ifade edecek. Bu kelimelerin ikisi de Türkçe kökenli olmadıkları halde Türkçeye dahil olmuş kelimelerdir. Ancak Hemşinliler Türkçe konuşurken bu kelimelerin kökenlerini dert etmezken, Hemşince konuşurken bu kelimelerin kökenlerine takılmakta ve dilin eksikliğiyle ilgili sızlanmalar başlamaktadır. Peki, o zaman ya Hemşince içinden yeni bir kelime üretelim veya lehçesi olduğumuz Ermeniceden alalım bu kelimeyi dendiğinde ise hayır, ‘Hemşinceyi olduğu gibi koruyalım’ iddiası yeniden karşımıza çıkıyor.
“Kelime hazinesinin zengin olması kişinin düşüncelerine de yansır. Dolayısıyla kullandığımız kelime sayısının artması düşüncenin gelişimi ile doğru orantılıdır.” (Karatay, 2007: 143). Yani toplumsal yaşamın gereklerine uygun olarak dilimizi yeni kelimelerle zenginleştirmezsek yeni kuşaklara bu dili aktarmanın, onlarla bu dille konuşmanın imkânları kalmayacak. Bu dili ‘olduğu gibi koruyalım’ derken dondurmak ve dolayısıyla yeni kuşaklara aktaramamak demek dilin ölmesi demektir. Bir edebiyattan yoksun olması, resmi olarak tanınmaması, eğitim-öğretimde kullanılmaması gibi bir dolu dezavantajı varken dilimizin gelişmesi konusunda olumlu tutum almak çok daha önemli hale geliyor.
Hemşincenin gelişme kaynakları
Hemşince değişen günlük yaşama ve değişen temel kelimelere nasıl uyum sağlayacak? Ben bunun üç temel kaynağı olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Hemşincenin kendisidir. Bir an önce Hemşincenin sözlüğü hazırlanmalı, Abhazya’dan Kazakistan’a, Hopa’dan Araklı’ya, Hemşin’den Raşot’a ve diğerlerine bütün Hemşin bölgelerinde kullanılan bütün kelimeler dile kazandırılmalıdır. Bir köyde bile kullanılan kelimeler öğrenildiği andan itibaren her yerde kullanılmalıdır. Bazen öyle itirazlarla karşılaşıyoruz ki şaşmamak elde değil. Pazar’ın Xaçapit Köyü’nde Hopa’da kullanılmayan bir kelime tespit ediliyor ve büyük heyecanla dile kazandırmak için dolaşıma sokuluyor. Biri de kalkıyor, diyor ki: “Ben bilmem kaç yaşındayım, bu kelimeyi hiç duymadım.” Xaçapit’tekiler, Raşot’takiler de senin bildiğin binlerce kelimeyi duymadı. Abhazya’dakiler de senin bilmediğin bazı kelimeleri biliyor, senin bildiğin bazı kelimeleri bilmiyor. Hangisini Hemşince sayacağız, hangisini saymayacağız? Doğrusu hepsini bizim sayacağız. Hatta dilimizi korumak istiyorsak Hemşinli tek bir kişinin bile bildiği bütün Hemşince kelimeleri hızla dolaşıma sokacağız.
İkincisi, yabancı dillerden Hemşinceye girmiş ve yerleşmiş kelimeleri Hemşince sayacağız. Uzun zamandır Hemşincede kullanılan mukem, maktap, xalesuş, mualim, muxtar vb. kelimeler Hemşincenin kelime hazinesinin bir parçasıdır. Hemşince konuşurken Hemşincede olsa bile aklımıza o anda gelmeyen kelimelerin yerine Türkçeden kelime almaktan çekinmeyip Hemşince konuşmayı sürdürmeliyiz. Teknolojik gelişmelerle Batı dillerinden Türkçeye de giren kelimeleri kullanmaktan ve Hemşinceleştirmekten çekinmemeliyiz. Radiyo, televiziyon, roket, robot gibi.
Üçüncüsü ise Hemşincenin diyalekti olduğu Ermeniceden alabileceği kelimelerdir. Hemşincede de kullanılan birçok kelimeden türetilmiş Ermenice kelime biz kullanmadığımız halde bize hiç de yabancı gelmez. Bazı birleşik kelimelerin ikisini de biliyoruz ama birleşik halini kullanmıyoruz. Ancak duyduğumuzda bize çok tanıdık ve anlaşılır geliyor. Böyle kelimeleri dilimize kazandırmalıyız. Örnek vermek gerekirse; ’dzadzganun’ kelimesi bizde kullanılmaz. Ancak dzadzguş: örtmek, dzadzgvadz: örtülü kelimeleri ve anun: isim kelimesi kullanılır. Dolayısıyla biz bu kelimeyi gördüğümüzde gizli, örtük isim anlamına geldiğini anlarız ki bu kelimenin anlamı: Takma ad, mahlastır. Başka bir örnek; ‘avelaxos’ kelimesidir. ‘Aveli: fazla, çok’ ve ‘xosuş: konuşmak’ kelimelerini biliyoruz. Dolayısıyla ‘avelaxos’un çok konuşan, boşboğaz demek olduğunu anlamak hiç de zor değil.
Bazı Ermenice kelimelerin ise kelime kökünü de kelime üreten ekini de biliyoruz ama ikisini birlikte kullanmıyoruz. Gördüğümüzde rahatlıkla ne anlama geldiğini anladığımız bu kelimeleri Hemşincenin kelime hazinesine neden katmayalım. Örneğin: ‘çap: ölçü’ kelimesi ‘tsiavor: atlı’, ‘xelkvor: akıllı’ gibi kelimelerde kullandığımız ‘vor’ ekiyle ‘çapavor: ölçülü’ oluyor. ‘Kidanuş: bilmek’ ve ‘utin’ eklerini kullanıyoruz. ‘Kidutin: bilim’ kelimesini niye kullanmayalım. ‘Gat: süt’ kelimesini ve ‘gits’ (tur: kapı, tergits: kapıdaş, yani komşu) ekini kullanıyoruz. Gatnagits: sütkardeşi (süttaş) kelimesini neden kullanmayalım. Bu kadar örnek kâfi sanırım. Ancak böyle yüzlerce, binlerce kelime var. Hemşincenin Ermenice ile ilişkisini gizlenecek, korkulacak bir durum olmaktan çıkarıp dilimizin yaşatılması için bir avantaja dönüştürmenin zamanı gelmedi mi?