
Bir süre, merakla, müzenin methini dinledim. Nihayetinde gidebildiğim günden sonra, hep gitme isteği duydum; Sinasos Konağı Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi’ne. Kendi adlandırmamla; Gobel Sibel, Yi Goaşe Wner! Konağın eşiğinden adımını attığınız anda sizi kimler karşılamaz ki! Sultanı, Süleyman’ı, saraylısı, sokaktakisi! Karacaoğlan, Köroğlu, Âşık Veysel! Daha yüzlercesini selamlayıp sokağa göz attığımızda, tulumbacısı, macuncusu, oyuncakçısı; bayram coşkusunda!
Sinasos Konağı’nın yıldız pencereli odasına geçince… Bu odada da nereye, kime bakacağımı şaşırıp, tanıdıklara takılı kalıyorum; Nart Destanı’nın başkahramanı, Sosrıko! Tarihe mal olmuş olayların, efsanelerin kitre bebekler aracılığı ile canlandırıldığı müzede, Sosrıko’nun, Nartların Demirciler Tanrısı L’epş tarafından, taştan çıkarılışı da canlandırılmış.
Лъэпщ рэ Сосрыкъуэрэ – L’epş ile Sosrıko! Etraflarında Kafkas kıyafetleri ile bir grup. Grupta pşıne (mızıka) çalan pşaşe!
Ürgüp – Mustafa Paşa’daki (Mustafa Paşa, 2021’in en iyi turizm köyü seçilmiştir) 200 yıllık tarihi Sinasos Konağı’nın anlatılacak çok yanı var. Teknik anlamda, bir tek, konağın duvar resimlerinin, Venedik’te resim eğitimi alan Yunan asıllı ressam, müzisyen Kostas Meletiyadis tarafından toprak boya ile yapıldığını söyleyip; konağın mimari özelliklerinin anlatımını, Hajbevıko Çiğdem’e bırakıyorum… Müze, dışarıdan iki katlı gibi görünse de, zeminin altındaki katlarıyla, 7 kat, 18 oda! Odalarda, gömme dolap, ahşap dolap; dolaplarda ve nişlerde binlerce bebek… 80 ayrı ülkeden, 20 ayrı malzeme ile yapılarak gelmiş bu rengârenk bebeklerin, ait olduğu ülkeyi simgeleyişleri de oldukça estetik. Kitreden yapılanlar, onlara ev sahibi bebekleri demek isterim, Sibel Radiye Gül’ün el emeği, göz nuru. Bebeğin hammaddesinden giysisine ve de en küçük aksesuarına kadar; elinin değmediği yok. Güne dair her şeyi dışarıda bıraktıran, ne yöne baksanız sizi içine çeken müze, yaratıcısını alkışlattırıyor. Müzenin dünya koleksiyonu bebeklerine bakarken ‘Bunlarla ne güzel, ne eğlenceli drama oturumları planlanabilir, ne çok hikâye yazılabilir; her yaştan çocukla’ diye düşünüyorum. Ve tarih dersleri, ne eğlenceli ve kalıcı kılınabilir; kompozisyonlu bebekler sayesinde!
Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi (2005’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı “özel müze” statüsü almıştır) 2010 yılında, folklor alanındaki en önemli ödül olarak bilinen, Folklor Araştırmaları Kurumu’ndan onur ödülü aldı. 2015 yılında, Türkiye’nin en iyi 10 müzesi arasına girip, 2019’da, ilk kez, Alma Ata’da (Kazakistan) yapılan 3. Uluslararası “Birlikte Daima” Bebek Festivali’nde Türkiye’yi temsil etti. Dünyanın hemen her ülkesinden ziyaretçisi olan müzenin, etnografya bölümünde ise, Çerkes kültürünü yansıtan giysi, alet ve aksesuarlar mevcut. Anadolu’da, geçmişte kullanılan eşyalar, (taş çanak, küp, testi, kilim ve halılar vs.) tarım aletleri, yöresel kıyafetler; ziyaret eden herkesi çocukluğuna götürebilecek çeşitli objeler, sergilenenler arasında.
Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi’nin kurucusu Gobel Sibel Gül, Uzunyayla’nın Tahtaköprü (Kuraşın Hable) Köyü’nden. İlk bebeğini 9 yaşında annesinin yardımıyla yapmış. Kitre ile Mersin’de tanışmış. Ve kitre ile bebek yapım kursunun açılmasına aracı olmuş. Eğitimini tamamladığından bu yana binlerce bebek yapmış. Ve yapmaya devam ediyor. Gül, aynı zamanda bebeklerin özel giysilerini, aksesuarlarını, oluşturacağı hikâyenin sahne dekorlarını da yapıyor. Tüm bunları, eski kumaş, tülbent, dantel, eşarp gibi, çoğunluğun çöp olarak gördüğü, malzemeleri dönüştürerek dikiyor, işliyor, örüyor, boyuyor. Ulusal ve uluslararası, kişisel ve de karma birçok sergiye katıldı. Uzatmış isem hoşgörüye sığınarak; sözü Sibel Hanım’a bırakıyorum…
-Geleneksel kitre bebek sanatkârı Gobel Sibel Radiye Gül, kendinizi tanıtır mısınız?
-Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi’nin kurucusuyum. İki çocuğum var. 2001 yılından beri Kapadokya’da yaşıyorum. 2005’te, dünyanın ve Türkiye’nin ilk kitre bebek müzesini, tarihi bir binada (1860 yıllarında yapılmış) açtık. Müzenin ilk etkinliği de, anasınıfı çocukları ile, resim üzerine oldu. Sanatın gücüne inan biri olarak, çocukların hayatına bu yolla dokunmak istedim.
-Bebek yapmaya ne zaman başladınız ve müze kurma fikrine nasıl ulaştınız, Jineps okurları için anlatır mısınız?
-Cevaplamayı en sevdiğim sorulardandır bu. Çünkü beni çocukluğuma götürür. 9 yaşımda bebek yapmaya başladım. Annem çok güzel bez bebek yapardı. Hepsinin ismi vardı. Akşam anlattığı masalın kahramanıyla gündüz oynardık. Babam marangoz ve muhteşem şeyler ortaya koyuyor. Geceleri bana kitap okuyor. Annem Çerkesçe masallar anlatıyor. Beni çok besleyen şeyler bunlar. Ve muhteşem bir köyde doğdum. Bir gün annemin anlattığı bir masalın bebeğini yapmak için ısrarcı oldum. Çok işi var annemin; “Bekle, sonra” diyor. Dayanamadım. Sepetini kaptım, içindeki bezlerini kırptım. Uğraştım, didindim olmadı. O zaman her şeyin kıymeti bilinirdi. İşler bitince annemin yardımıyla ilk bebeğimi yaptım. Adını Merdane koydum. Gelinlikli bebek. Komşumuz geldi çocuğuyla. Akşama kadar birlikte oynadık. Giderken bebeği götürmek istedi. Ben de vermek istemiyorum. “Geri getirirler, ver kızım!” deyip annem ikna etti. Fakat ilk yaptığım bebek geri gelmedi. Çok üzüldüm. Ve zannettim ki, her yaptığım bebeği birisi alacak. Böylelikle uzun süre bebek yapmadım; ta ki evlenip çocuğum olunca dek.
Annem beni nasıl büyüttüyse ben de çocuklarımı öyle büyüttüm. Onlara oyuncaklar yaptım. Ve fark ettim ki; oyuncakların çocuklar üzerinde muhteşem bir etkisi var. Nasrettin Hoca’yı ve eşeğini bile yaptım. Zaman içerisinde biçme, dikme gelişti. Oldum olası tarihi kıyafetlere ilgi duyardım. Bir şeyler tasarlardım. Babaannem ve halamlar kılık kıyafetlerine çok özen gösterirlerdi. Aslında Çerkes kadınlarının hepsi böyleydi. Beni etkileyen şeylerdi bunlar. Ve modaevi açtım. Öğrenmeyi seven bir insanım. Bir gün yeni bir şey öğrendiysem ve ürettiysem, akşam mutlu yatarım.
-Kitrenin ne olduğunu ve bu maddeden bebek yapımının nasıl olduğunu da aktarır mısınız?
-Bir akşam, kız meslek lisesinin müdürü misafirimiz oldu. Hanımefendi, bez bebeklerimi görünce çok beğendi. “Kitre bebeklerin ne kadar güzel!” deyince, kitrenin ne olduğunu sordum. Ayrıntılı birçok şey anlattı. Kısası kitre, Anadolu’nun birçok yerinde yetişen keven bitkisinin özsütü. O tarihlerde artık kitre bebek yapımı kaybolmak üzereydi. Çünkü ticareti yapılmıyor, hediye de veremiyorsunuz; yapımı çok zor. Dantel, dikiş, makyaj, resim, heykel bilmeniz gerekiyor. Neyse kitrenin ne olduğunu öğrenince kursunun da açılmasını sağlayıp, sonuna kadar devam ettim.

-Müzedeki bebeklerin özelliklerinden bahseder misiniz?
-Kitreden yapılması en büyük özelliği. Araştırdık, kitreden bebek yapımının Hititlere dayandığına inanıyoruz. El sanatı ve bebek yapımı bu toplumda var. Bebeklerin diğer özelliği, bu topraklardaki tarihi olayların kahramanları olması. Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı kompozisyonları bunlardan bazıları. Efsaneler, ozanlar, biliminsanları… En son eklenen; 100. yılda 100 kadın.
-“Cumhuriyet’in 100. yılında, 100 Öncü Kadın”, değil mi? Biraz bahseder misiniz?
-Bu sergi üzerinde üç senedir çalışıyorum. Türkiye’de bir ilk. 100. yılında 100 kadını, bu topraklarda yaşamış, öncü 100 kadını dünyaya tanıtmak istiyorum. İlk tiyatro sanatçımız, gazetecimiz, pilotumuz, muhtarımız… Toplumumuzun bilmediği farklı alanlarda lider kadınlarımız var. Bu kadınları ya müzeye geldiklerinde görecekler ya da açtığımız sergilerde tanışacaklar. Yaşamlarını aktaracağız. İlk sergimizi Kaş Kalkan Kültür Evi’nde yaptık. 29 Ekim’de de tekrarı Kaş’ta yapılacak. Sonrasında Ankara, İzmir, Eskişehir gibi şehirler var.
-Müzeye olan ilgiden bahseder misiniz?
-Enteresan şeylerle karşılaşıyoruz. Aslında iki uç var. Bir tarafta “Müze gezmek için para mı verilir” diyen, bunu direkt yüzümüze söyleyen gençler varken, diğer taraftan dünyanın bir ucundan gelip vaktini ayıran insanlar. Kapadokya’ya gezmek için gelip, müzeden haberdar olan ve ülkelerinin milli kıyafetli bebeklerini hediye getiren misafirlerimiz de var.
Bir akşam tam müzeyi kapattım ki, iki genç karşımda. “Yetişemedik mi, çok üzüldük!” dediler. Geri döndüm, müzeyi açıp gezdirdim. Çok mutlu ayrıldılar. Gencecik iki insan. Bir hafta sonra mesaj gönderdiler: “Biz, başka ülkelere gittiğimizde kıskanarak gezdiğimiz, kendi ülkemizde neler yok dediğimiz, imrendiğimiz müzelerden birini, ülkemizde gezdik. Çok mutluyuz. Böyle bir müzeyi Anadolu’da kurmuş bir aileye, geleceğin babası ve dedesi olarak, nasıl destek veririz?” Bunlar da ümit verici. Bu güzel insanlar müze dostlarımız oldu ve Eskişehir’e gittiğimizde buluştuk. Her fırsatta tanıtımlarına devam ediyorlar.
-Kafkasya’ya yönelik projeleriniz var mı?
-Uzun zamandır var. Çocukluğumu, babamın anlattığı Kafkasya hikâyeleri ile yaşadım. Kafkasya’yı görmek, sürgünün 150. yılında kısmet oldu. Bu ziyaretimde daha da iyi anladım ki, bağlı olduğum iki toprak varmış; biri benim doğduğum bu toprak, diğeri dedemin doğduğu Kafkasya. Elbruz Dağı’na bakarken rahmetlik babam yanımdaymış gibi hissettim. Hiç görmediğim dedemi ve babaannemi, orada yaşamış büyüklerimizi, yaşamış oldukları acıları hissettim. Aslında 10 yıldır üzerinde çalıştığım bir şey var. Geç de kaldım. Babamdan dinlediğim, etraftan duyduğum, tarihe geçmemiş, yaşanmış hikâyeleri biliyorum. Onları canlandıracağım. Önce İstanbul, sonra Kafkasya sergisi düşünüyorum.
-Müzede yapılan diğer etkinliklerden de bahseder misiniz?
-Yurtiçinden ve yurtdışından çok değerli sanatçıların sergileri müzemizde açılıyor. Workshop’lar yapılıyor; el sanatlarının birçok alanında. 15 günde bir düzenlediğimiz hikâye gecesi var. Bir yazar davetlimiz oluyor. O hikâyesini aktarıyor. Katılımcılardan biri de hikâyesini anlatıyor. Derken başka bir konuğumuz kendisininkini paylaşıyor. Tiyatro sahnesinde canlandırır gibi, canlandırmalar yapılıyor. Sıcak, samimi anlatımlar; herkese iyi geliyor. Başkaların hikâyelerini televizyon karşısında seyretmek yerine, kendininkini anlatmak ve arkadaşınınkini dinlemek, herkese kendi yeteneğini fark ettirir. (Burada araya girip, telefonlara bakılmadan, o anda kalmanın başarılıp başarılmadığını soruyorum!) Kesinlikle kimse telefonunu açmıyor. ‘Fotoğraf çekmeyi unuttuk!’ oluyor. Kimse atmosferi bozmuyor. Türkü gecelerimiz de benzer şekilde ilerliyor. Bölgemizdeki yerel sanatçılar, profesyonel müzisyenler ve halktan katılımcılar bir arada. Bazen üniversitelerden hocalarımız katılıyor. Bir kez, protokolün yoğun katıldığı olduğu bir türkü gecesi düzenlendi. Fakat hiç kimse mevkiye, makama takılmadı. Arkadaşça ilerledi diyaloglar. Bu, eşitlik.
-Müzede, 2017’den beri Uluslararası Kapadokya Kültürel İmece Festivali düzenleniyor. Bundan da bahseder misiniz?
-Şimdiye dek hiçbir müzede yapılmayan bir festival yapıyoruz. Kültürel İmece Festivali’nin bu sene 4’üncüsünü yapacağız. Festivalin özelliği, katılanların hepsi imece ortağı oluyor. Sponsor denmesi hoşuma gitmiyor. Bu topraklarda yüzyıllardır imece olayı var. Birbirlerini destekleyen insanlar var. Biz bunu devam ettirmek istiyoruz Anadolu’dan bir müze olarak. Dünyanın çeşitli ülkelerinden sanatçı dostlarımız katıldı festivallerimize. Yunanistan’dan iki otobüs misafir ağırladık. Aralarında sanatçılar vardı. Sokağımızda kadınlar folklor kıyafetleriyle oyunlar oynadı. Önceleri tanıtılmasında zorlanmışsak da şimdi çevre belediyelerden destek çok iyi. Kırşehir Belediyesi abdalları, yanı sıra folklor ekibini gönderdi. Uçhisar, Ortahisar, Hacıbektaş, Gülşehir, Kaymaklı bizim imece ortaklarımız. Kayseri’nin birkaç ilçesi var; bu sene katılacaklar bize. Bölgemizde iki üniversite var, ikisi de ortağımız. Uygun olan konferans salonunu tahsis ediyor. Başka yerde sergi açılıyor, bir diğeri misafirleri otelinde ağırlıyor. Sokaklarda resimler yapılıyor. Sanatçılarımız duvar resimleri yapıyor, bölge halkıyla sohbet ediyor. Bu bölgenin çocukları, festival boyunca bizim sokağımızda. Köy Enstitüsü mezunu değerli bir büyüğümüz, yere oturup çocuklar ile varillere resim yaptı. Varillerin üzerindeki at resimlerini, İstanbul’dan gelen değerli bir ressamımız yaptı. “Böyle bir köyde, bu denli güzel bir şey yapılıyorsa; biz de ortak olmak istiyoruz” diyerek yurtdışından gelip katılan sanatçılar oldu.
-Bildiğiniz gibi, Türkiye’de birçok Kafkas-Çerkes kültür derneği var. Bu derneklerimiz ile ortaklaştığınız bir proje oldu mu?
-Teşekkür ediyorum bu soru için. Maalesef hiçbir dernekten bir davet almadım birlikte çalışmak adına. Bize en yakın olan Pınarbaşı, Kaynar festivallerine bile katılmadık, katılamadık! Yaptığımız Uluslararası İmece Festivali’ne Kayseri Kafkas Derneği’nin folklor ekibini davet ettim. Üzülerek söylüyorum; cevap olumsuz oldu.
-Müzeye dair, gelen ziyaretçilerin tepkileri vs. düşünüldüğünde, enteresan bir anınızı aktarmanızı rica etsem…
-Ankara’da bir sergi açmıştık. Benim yaşlarımda bir kadın, Âşık Veysel’in önünden geçerken “Adam ut çalıyor!” dedi. Çok üzüldüm Âşık Veysel’e benzetemedim diye. İki gün düşündüm, daha iyi nasıl benzetebilirim diye. Sonra düşündüm, Âşık Veysel’i ben benzetemediysem de, elinde saz vardı. Kadın sazı da bilmiyordu. Sazı bilmeyenin, Âşık Veysel’i bilmemesi doğal dedim. Rahatladım. İki gün sonra, 9-10 yaşlarında bir erkek çocuğu, anneannesi ile, sergiyi geziyor. Tam Âşık Veysel’in önünden geçerken “Anneanne, adam saz çalıyor” dedi. O kadar mutlu oldum ki; çocuk sazı biliyordu. Âşık Veysel’i öğretmek bize düşmüştü. Hemen yanına gittim. Sohbet ettik. Âşık Veysel’i anlattım. Ertesi gün, okula gidince, öğretmenlerine anlatmış gördüklerini. Okul müdürü, iki öğretmen, o çocukla birlikte sergiye geldiler. “Bizim okula gelip sergi açar mısınız? Bütün çocuklar buraya gelemez. Siz gelirseniz herkes görür” dediler. Kabul ettim. Şimdi o çocuk, Almanya’da kukla sanatçısı. Buna sanatın gücü diyorum.
-Gobel Sibel Gül’e, ayırdığı zaman için teşekkürlerimi iletiyorum.
Fotoğraflar: Soxht Filiz Çelik ve Ferit Domaniç