“Öteki”nin “öteki”si

0
1515

Çocukluğumun önemli bir kısmı Balkan ülkelerinden göç etmiş ailelerin yerleştirildiği bir mahallede geçti. Onlara “göçmen” denirdi. Bu tanımda gizliden gizliye bir aşağılama, “öteki”leştirme vardı. İşin tuhafı “onlar” için biz de aynı tanımı kullanırdık. Gelenek göreneklerimiz, ilişki kurma biçimimiz, giyim kuşamımız, aile ilişkilerimiz, kısacası yaşam biçimimiz birbirine hiç benzemezdi. Komşuluk eder, dostluklar geliştirirdik ama yine de kendimizi “onlar”dan ayrı tutardık.

Benim mahalle arkadaşlarım da onlardı elbette. Ama her fırsatta biraraya gelir ve beni dövecek bir neden bulurlardı. Hatta toplanır, “Çerkes Çerkes arabayı çekemez” diye bağırırlar, ben de tek başıma “Tabi çekmeyiz, o sizin işiniz” der, daha da olmazsa “Arnavuti zoti…” diye misillemede bulunurdum. Eğer annem duyarsa bu kavga benim popoma yediğim bir şaplakla sona erer, ve tırıs tırıs eve gitmek zorunda kalırdım. Ama ertesi günü, Arnavutluk ya da Bulgaristan ve Yunanistan göçmeni ailelerin çocukları olan arkadaşlarımızla kaldığımız yerden devam ederdik.

Ağabeyim ve ben babamdan ısrarla lastik çizme isterdik, o da “romatizma olursunuz” diye almazdı. Oysa o çocuklar gibi giyinmek ve daha fazla “öteki”leştirilmek istemiyorduk. Bizi zengin zannettikleri için her fırsatta öfkelerini ifade edecek bir araç buluyorlardı. Çünkü gerçekten fakirlerdi, hem de çok. Halbuki biz de zengin değildik, hatta belki pek çoğu gibiydik. Sadece yaşam biçimimiz ve önceliklerimiz farklıydı.

Yıllar sonra kendi evim olduğunda evime gelen bir dostumun söylediği söz beni şaşırtmıştı. Duvarlarım tamamen boştu, asılmak üzere alınmış hiçbir nesne asılmamış, sürekli uygun bir zamanı bekliyordu. Arkadaşım ilginç bir psikolojik açıklama yapmış ve “Bu aidiyet duygunun eksikliği ile ilgili” demişti. Şaşırmıştım ama sanırım doğruydu. Yıllarca bunun çocukluğumdaki “öteki”leştirme ile ilgili olduğunu düşündüm.

Ama bir gün fark ettim ki bu sadece artı etkiydi. Çünkü ben zaten “öteki”ydim. Ben de göçmen bir aileden geliyordum. Hatta göçmen değil, göç ettirilmiş, sürgün edilmiş bir halkın çocuğuydum. Genetik hafızam, birkaç kuşağın acılarını taşıyordu. Onlarca yıl süren savaşta birkaç kuşak yok edilmiş, yetmezmiş gibi, savaştan geriye kalanları da yok edebilmek üzere her yol denenmişti. Vatanlarından zorla koparılmış, adeta eşya gibi üst üste yığılarak gemilere bindirilmiş, aç susuz ölüme terk edilmiş, hiç bilmedikleri diyarlarda, alışık olmadıkları coğrafyalarda, alışık olmadıkları yaşam biçimlerinin dayatıldığı yönetimlerde yaşamak zorunda bırakılarak, şu ya da bu biçimde yok olmaya mahkum edilmişlerdi.

Cesareti, mücadeleciliği, onurları ile tanınan bir halkta bunun yarattığı acının kuşaklar boyu taşınması elbette doğaldı. Genetik hafızamla getirdiğim bu acı ve “öteki”lik duygusunun üstüne binen çocukluk deneyimlerimi ancak bir yetişkin olduğumda ve edindiğim ideolojik perspektifle deşifre edebildim.

O kadar çok sorum vardı ki: Niye çocukluk arkadaşlarımla duygudaşlık yaratamamış, bize ait olmayan, bizim yaratmadığımız nedenlerle birbirimizi hırpalamıştık? Neden, “biz” de, bize ait olmayanları savunup, bize ait olanlara sahip çıkamamıştık? Neden halklarla değil de bize ağır ama sürekli bir yok oluşu dayatanlarla işbirliği yapmaya uğraşmıştık?

Yanıtlarını bulmam uzun, zahmetli ve bedeli ağır bir sürecin sonunda oldu.

Siz yanıtları bulabildiniz mi?

Sayı: 2006 06
Yayınlanma Tarihi: 2006-06-01