Savaş yorgunu ve iktidar mağduru Çeçenya’daki insan hakkı ihlalleri birçok belgeselcinin ve yönetmenin ilgisini çekmeye devam ediyor. Bu yönetmenlerden biri de İsviçre vatandaşı İtalyan yönetmen Nicola Belluci…
Belluci’nin “Grozni Blues” adlı filminin lk gösterimi Visions du Reel Festivali’nde yapıldı ve ardından 12 Temmuz’da Erivan Altın Kayısı Film Festivali’nde gösterildi. İleriki tarihlerde de birçok festivalde gösterilmesi planlanan 103 dakikalık film, İngilizce-Fransızca ve Almanca altyazılı ve orijinali Rusça-Çeçence olarak çekildi.
Grozni Blues belgeselinde, fantastik geçmişle vahiye dayalı bir gelecek arasına sıkışmış Çeçenya’nın çelişkilerine doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Belluci’nin berrak anlatısı ülkenin geçmişine, bugününe ve yarınına ışık tutuyor.
İlk savaştan yirmi yıl sonra çehresi değiştirilen Grozni’ye yerleşen paranoyada hem savaşın kasveti hem de gösterişli binaların pırıltısı göze çarpıyor. “Savaşın tüm izleri silinmeli ama sızı ve keder silinebilir mi?” diyen Belluci bu filmde gerçeği yüzümüze vuruyor ve hayalleri süsleyen Kafkasya’nın kabusa dönüşmesini anlatıyor. Savaş ile barış, baskı ile özgürlük arasında sıkışmış insanların dünyasındaki ihlalleri şiirsel bir dille göz önüne seriyor. Üretilmiş gerçekler ve susturulmuşluğun yarattığı hüzünün çevrelediği Grozni’deki insanların dünyasına götürüyor.
Birleşmiş Milletler’in “2. Dünya savaşı sonrasında en fazla tahrip edilmiş olan ilk şehir” diye nitelediği Grozni’de 492 metre yüksekliğinde gökdelenler yapılmış olsa da insanlar yoksul ve umutsuz. Belgesel, Bertolt Brecht’in “Gazetelerde bu sabah yeni bir çağın başladığı yazıyor” cümlesiyle başlıyor. Filmin ilk ve son sahnesinde kullanılan görüntüde, büyük saat kulesi yanmaya başlıyor ve ateş yayılıyor, fonda ise Grozni’nin yıllardır durmaksızın yandığını söyleyen insanların karamsar yorumları duyuluyor.
İnsan haklarıyla ilgili araştırma ve çalışma yapan dört kadının günlük yaşamına eşlik ederek karşılaştıkları zorlukları anlatan filmde Zainap Gashaeva, Zarman Makhadzieva, Taisa Titiyeva, Taita Yunusova ve Fatima Gazieva rol almış.
İlk Çeçen savaşı sırasında ellerindeki kameralarla Grozni’de yaşananları kaydeden dört kadın birbirlerine “Birimiz ölse bile diğerleri devam edecek” diye söz verir. Belluci bu dört kadının günümüzde yaptıklarını izler. Kadirov’un gerçekleştirdiği ihlalleri belgelemektedirler. Güvenlik güçlerinin katlettiği insanların ailelerini ziyaret edip, acılarını ve anlattıklarını kaydetmektedirler. Kadınların ofis olarak kullandıkları bina aynı zamanda Blues Brothers isimi bir blues müzik kulübüdür. 40’lı yaşlardaki patron ile gençlerin yaşamlarına ve nesiller arasındaki klişe çatışmalara dair sahnelere geçiş yapılır. Gençlik, savaşı neredeyse hiç hatırlamamaktadır. Bu yeni nesil, Ramzan Kadirov öncesinden daha muhafazakardır, başörtülü kızları tercih etmektedirler. Ama kulüp sahibinin anıları daha farklı ve romantiktir.
Belluci, Kadirov’un geçmişi inkar etmek için yeni bir şehir yaratmaya çalıştığını gösteren karelere de yer veriyor.
Bir kadın iki savaşta çatışmaya giren Çeçenlerin kandırılmış olduğunu ima ederek, “Hiç kimse ‘benim oğlum anavatanını savunurken öldü’ diyemez. Kime karşı savunurken öldü? Halen Rusya’nın bir parçasıyız. O halde kime karşı savunduk ve ne elde ettik?” diyor.
Kadirov, Çeçen değerlerinin yerine başka değerleri empoze ederek ulusal kimlik dinamiklerini dinsel bir temel üzerine oturtmaya ve bir yandan da Çeçenlerle Ruslar arasındaki siyasi gerginliği azaltmaya çalışmaktadır. Bunun sağladığı yararları da kendi çıkarı için kullanmaktadır. Halk ise Kadirov’un çıkarının bedelini “ifade özgürlüğü”ne vurulan darbe ile ödemektedir.
Belluci, Çeçenya’ya sinen sessizliği anlatan kareler de yakalar. Yaşlı ama hayat dolu bir kadın, evinde sakladığı Cahar Dudayev posterlerini gösterir ama film ekibine veda ederken sessiz kalmaları konusunda uyarmak için eliyle ağzını kapatır. Blues kulübündeki kısa saçlı ve güzel sesli genç kadın ise kulüpte şarkı söylemek istemektedir ama ailesi izin vermez ve akşamları en geç 5’te evde olması gerekmektedir.
İnsanların sessizliğinin; direnişten pasifizasyona, yıkımdan yeniden inşaya, dinsel gelenekten kendini keşfetmeye varan süreç arasında sıkışmışlığın yarattığı gerilimden kaynaklandığına vurgu da yapılır belgeselde… Bu sessizlik yukarıdan empoze edilmektedir ama insanların kişisel ve ortak hafızalarıyla da çelişmektedir. Birisi, “Tüm bunlar hiç olmamış gibi davranabilir miyiz? Oysa acım ve ızdırabım gerçek. Tek suçlunun biz olduğumuza inanmamızı istiyorlar” derken bu çelişkiyi tasvir etmektedir. (swissfilms.ch, cineuropa.org, visionsdureel.ch, imdb.com, opendemocracy.net)
“Birçok öykünün birleşerek bir bütün resim yarattığı bu film, Kalaşnikof kuşanmış Kafkasyalı terörist klişesinden çok daha farklı bir yolculuğa çıkarıyor bizi… Geçmişte yaşananların gerçeküstü bir şekilde normalleştirildiği bir Çeçenya… Farklı zaman dilimleri arasında gezinen Nicola Belluci, yaşanan yıkımı anlatmak için gökdelenlerin mezartaşları gibi göründüğüne vurgu yapıyor. Ürküyor ve aydınlanıyoruz.”
Sinema Eleştirmeni Pascal Blum