Dönüş siyasetine katkı

0
417

Dönüş siyasetinin öncüleri, ardıcıları ve şimdikileri ile, geçmişi ve geçmişin şartlarını konuşacak kadar cüretkâr değilim elbette, çünkü edep bana göre çoğu kişinin sandığının aksine susmak değildir, bildiğini konuşmaktır. Bir kişi, bildiğini değilde, duyduğunu konuşuyorsa o vakit “edep” sınırına yaklaşır ki, edepli olmakla, edepsiz olmak tam o zaman sadece kişinin iki dudağı arası kadar yakın olur.
Kısacası edepsiz olmak; kişinin duyduğunu, araştırarak öğrenmeden sadece duyduğuyla biliyormuş gibi savunmasıdır benim açımdan. Yoksa kişi bildiğini kendi üslubuyla savunuyor diye, ona edepsiz denmemelidir.
Şimdi bende kalkıp, hiç içinde olmadığım dönüşçülük siyaseti üzerine, içinde olmuş büyüklerimizin tartışmaları üzerine yorum yaparak edepsiz durumuna düşmek istemem. Ancak tek bir söyleceğim var ki, “aklın yolu birdir” ve en çetin şartlarda dahi Çerkeslerin kendi vatanlarına dönmeleri, burada olmalarından daha iyidir.
Ben böyle düşünüyorum.
Diğer bir taraftan ise, “Dönüşçülük Siyaseti” üzerine yürüyen tartışmaların en kısa sürede, hareketin tarihinde hata aramak yerine, diaspora Çerkeslerinin gündemine tekrar taşıyacak konumda konuşulması gerektiğini düşünüyorum ve bu anlamda yürüyecek bir tartışmaya katkı olması arzusuyla yazıyorum.
Türkiye’de Çerkeslerin durumu sandığımızdan daha kritik, çünkü bazı yazarlarımızın bari yarısını savunalım dediği demokrasi gerçekten tehlike altında. Demokrasi, Çerkesler (Çerkeslik) açısından vazgeçilemez değerde bir şey fakat toplumsal tabakamızın ve hatta halkımız adına yazan-çizen bazı zümrelerin demokrasinin ne olduğunu bildiğinden şüpheleniyorum. Zira demokrasi kendimize bir kral seçmek değilken, herkes sandıktan çıkan adamın kral olma ihtiraslarına yoğunlaşmış. Yanlışımız da olmasın; burada yalnızca Çerkeslerin bir kesiminden değil, büyük bir kesiminden bahsediyorum. Sandık demokrasisini savunanlar da, sandık demokrasisine itiraz edenler de; demokrasinin yalnızca “sandık” olanıyla pek meşgul. Halbuki bugün Çerkeslerin demokrasiyi kendi ihtiyaçları doğrultusunda tartışması gerekirdi. Bu demokrasi bize istediğimizi veriyor mu diye tartmalıydık. Lakin “ Ulusal Şizofreni” başlıklı makalemde yazdığım üzere, Türkiye’de Çerkesler Demokrasiyi hep “Sağda, Solda” aradılar. Hala da arıyorlar. Bu böyle devam ettiği sürece, Türkiye Demokrasisi, İsveç demokrasisini geçse bile, bir toplum olarak Çerkesler için hiçbir şey ifade etmeyecek.
Birçok sorunumuz var, fakat sorunların en büyük kaynağı aidiyet hissiyle ilgili. Çerkesliğin gökten zembille indiğini sananlar, Çerkeslik için en ufak bir çaba göstermezken üstelik etnik vitrinde kendilerini “en çerkes” olarak gösteriyorlar. Pek alışkın olmayan insanlar için belki hiçbir şey ifade etmeyecek ama benim açımdan onların “Çerkesim” diyerek övünmesi bile artık bir umut kaynağı, çünkü “Türküm” diyerek övünenlerin yayılma hızına şöyle bir bakınca, toplumun bu kesiminde hala “Çerkesim” diyerek övünenleri görmek umut veren bir şeye dönüştü. “Çerkesim” diyerek övünenlerin bile verdiği umut, sadece onların Çerkesliği bir Türk boyu sanmadığını düşündüğümle sınırlı. Aidiyet hissi dediğim şey, kişinin Çerkesliğini inkar etmesiyle ilgili de değil. Çerkesliğini inkar edenlere en güzel cevabı da rahmetli Yaşar Kemal vermiş zaten. Aidiyet hissiyle alakalı dediğim şey, bir Çerkesin öncelikleriyle alakalı tutumu. Kısacık bir örnek vermem gerekirse, Türkiye ile Rusya arasındaki uçak geriliminde Türkiye lehine, ordu kurmaya varacak seviyede hayallere dalmalarını hatırlatırım. Rus uçağı Türk hava sahasını işgal etmiş mi, etmemiş mi hiç umurumda da değil ayrıca… Benim Türkiye’nin bu uçak vuran bu tutumuna karşı düşüncemin çok belli temelleri var; 1.si Türkiye ile Rusya arasındaki gerilimin ekonomik olarak Türkiye’de etkileyeceği çiftçiler 2.cisi de Türkiye ile Rusya arasındaki gerilimin, Çerkes toplumuna yaratacağı olumsuz etkisi. Fakat Türkiye’nin uçak vuran tavrını açıktan destekleyenlerin düşüncesinin temel nedeni, hayatları boyunca kendilerine öğretilmiş “egemenlik” hikayesi ile alakalı olabilir.
Dönüş Siyaseti olarak, kendi topraklarından uzakta yaşayan Çerkeslerin tekrar kendi topraklarına gelmeleri, dönmeleri için 2 temel şeyin mücadelesinin verilmesi gerekir. Birincisi; toplumu dönüşe teşvik etmek, ikincisi de Rusya’ya bunu kabul ettirmek.
Ben Rusya’ya bunu nasıl kabul ettirebileceğimizin yolunu açıkçası bilmiyorum, fakat tek söyleyebileceğim şey; Rusya ne kadar demokratik olursa, Çerkeslerin dönüşünü kabul etmesi de o kadar kolay olur. Bunu ömrü orada geçmiş abilerimiz, oradaki diğer soydaşlarımızla birlikte açıkladıklarında, benim burada yüzeysel olarak ifade ettiğim şeyden daha da anlamlı olacaktır.
Fakat toplumu dönüşe teşvik etmek için ne olması gerektiğini az çok biliyorum! Türkiye ne kadar demokratik bir ülke olursa, Çerkeslere dönüşü o kadar kolay anlatabiliriz. Kaybettiklerini gösterebilir, onlara tekrar kazandırabiliriz. Ancak ne yazık ki, Türkiye’nin demokratik olması bir kenara dursun, Türkiye’de Çerkeslerin içerisinde bile ayağı yere basan ve tarihsel gerçeklik ve toplumsal farkındalık içerisinde toparlanabilmiş demokratik bir örgüt yok. Türkiye’deki Çerkeslerin kendi örgütleri içerisinde de ne yazık ki demokrasi yalnızca “sandığa” indirgenmiş. Seçimden seçime… Geçtiğimiz yıl genel seçimlerde HDP’li aday arkadaşlarımızı desteklemek üzerine bir araya geldiğimizde, meydanlarda demokrasi nutukları atan aksakallı bir abimizin dahi buna tahammül edemeyip ihtiraslanarak ellerini çamura bürüdüğünü görmüştük ki, kendisi de 3 kişilik örgütüyle yuvalandığı bir yerden HDP’den bir adayı desteklemekteydi. Bu verdiğim örnekler, birbirine fikren ve zikren yakın ve hatta aynı çatı içerisinde adına “demokrasi” denen şey için mücadele yürüttüklerini beyan eden insanların “demokrasiye” uzaklığını anlatmak içindi.
Bugün Türkiye’de demokrasi her geçen gün daha da geriliyorken ve hatta bir deyimle “yarı-demokrasi” moduna da girmişken, en başta Çerkes olduğunu beyan edip, bunun üzerine bir şeyler talep eden butik toplulukların önderlerinin bir araya gelip kendi aralarında bir demokrasi inşa etmeleri gerekir. Bunu başaramamak için hiçbir engelde yoktur. Birçok butik ve işlevsiz örgütün içerisinde çok değerli insanlarımız var. Fakat ne hikmetse herkes futbol takımı tutar gibi, örgütlerini her şeyine rağmen fanatik bir şekilde tutuyor. Türkiye’de devlet medya eliyle Türkiye toplumunu genel olarak kamplara bölerken, bu bölünmede birbirine karşı kamplaşan Çerkesler de yetmezmiş gibi, devletin kamplarında aynı kutupta kalan Çerkeslerin de kendi içlerinde ek kamplaşmalara gitmesi bizi yaralayan bir tutum. Geçtiğimiz aylarda Adigey Cumhuriyeti’nde bir gazetenin meçhul bir yazarı tarafından hedef alınan Adnan Khuade ile ilgili bir makale yazmıştım. Bazı zatlar böyle bir durumda pusuya yatmış yılan gibi; “Yurtsever” de demeyi ihmal etmemişlerdi hatta. Böyle örgüt mü olunur, böyle zihniyet mi taşınır anlayamadım. Gezi Parkına katılınca provakatör, HDP’yi destekleyince PKK’lı, Altan Tan’ı eleştirince işbirlikçi, Çerkesler Adigedir dediğimde milliyetçi itham edilmek yetmiyor, kendi vatanımızda bir gazetenin aktivist bir dönüşçüyü, dönüşçülüğü üzerinden hedef alarak karalamasına sessiz kalmayınca da kendi içimizde bölünüyoruz.
Dönüş siyasetinin Türkiye ayağı mutlaka ve mutlaka demokrasiyi içselleştirmeli, kendi iç demokrasisi olan, dernek faaliyetleri dışına çıkmış bir siyasal platform örgütlemelidir. Bu platforma da, tüm bu kamplardan arınmış şekilde butik olarak politika yürüten Çerkes örgütlerini kazandırmalıdır ki; ortak paydası demokraside buluşan, dönüşçülüğü amaç edinmiş bir güç, sağlıklı zeminlerde oluşabilsin.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz