Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Kış ortasında kuraklık

Türkiye’de bazı şeyler ancak İstanbul’da yaşanırsa “olay” sayılır. Zaten su fakiri olan Anadolu’nun yaşadığı kuraklık, İstanbul’a su veren barajlarının doluluk oranının kritik düzeylere düşmesi sayesinde haber oldu. İstanbul’da baraj doluluk oranı, yüzde 21 ile son 15 yılın en düşük seviyesine indi. Oysa Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Aralık (2020) ayında açıkladığı 3-6-9-12 ve 24 aylık kuraklık haritalarına göre, Türkiye’nin pek çok yerinde ciddi kuraklıklar yaşanıyordu. Kış mevsimi olmasına rağmen birçok kent “acil durum” gerektirecek şekilde şiddetli kuraklık yaşıyordu. Hatta 12 aylık haritalara bakıldığında hep sağanak yağışları ve sel felaketleri ile gündeme gelen, Orta ve Doğu Karadeniz’de bile bir kuraklık söz konusuydu. Her halükârda hiç konuşulmamasından iyidir. Zira tepemizde; “su boşa akıyor”, “’su akar Türk bakar’ sözünü değiştirip, ‘su akar Türk yapar’ yapacağız” diyen ve dediği gibi de Anadolu’nun her deresi, akarsuyu üzerine irili ufaklı hidroelektrik santralleri kurmayı, dere yataklarını tarumar etmeyi, ormanları yollarla-madenlerle tahrip etmeyi marifet sayan bir iktidar var.

İklim krizi gibi kuraklık meselesinde de, sorunun nedenleri üzerinde pek durulmadan alınması gereken önlemler ya da “yeni normal”e uyum için yapılması gerekenler başlığı altındaki tartışmalar gırla gidiyor. Bunu, Türkiye’nin “mevcut su stoku” muhasebesi yapılarak, suyun tasarruflu kullanımı için yurttaşlara uzun banyo yapmak yerine kısa duşlar almak, tuvalet rezervuarının içine su dolu şişe koymak, -hepimiz araba sahibiyiz ya- arabaları az yıkamak, diş fırçalarken musluğu kapatmakla yılda kaç metreküp su tasarruf edebileceğini hatırlatmak gibi son derece bilimsel ikazlar takip ediyor. Oysa birincisi; su varlığının korunması, bütün canlıların suya erişiminin güvence altına alınması, herkese ücretsiz, temiz su sağlanması “bireysel” bir sorun değildir. İkincisi; DSİ ve TÜİK 2016 yılı verilerinden hareketle Türkiye’de çekilen suyun %71,3’ü tarımsal sulamada, %18,4’ü sanayide, %10,3’ü ise içme ve kullanma suyu olarak kullanılmıştır. Sadece termik santraller 8,61 milyar metreküp su tüketmiş, hemen hemen içme suyu ve evsel kullanımda tüketilen su kadar. Yani suyun “tüketimi” de bireysel bir sorun değildir. Bunlar toplumsal sorunlardır, toplumsal olarak ele alınmalıdır.

Türkiye zaten su fakiri bir ülke. Bunun bir nedeni doğal yani içinde olduğumuz iklim kuşağı. Fakat esas mesele bu değil; esas mesele su, toprak ve orman varlıklarını korumayı değil en ucuz bir şekilde kullanmayı esas alan kâr temelli tarım, şehirleşme ve sanayileşme politikaları. Bunlar da sadece öyle AKP’ye yüklenecek bir konu değil. Cumhuriyet’in “muasır medeniyet seviyesi”ne erişmek için kendisine “kapitalist yol”u seçmesiyle -başlamasa bile- temellenen bir olgu. Bizim elektriği olmayan evlere “sosyal destek” diye çamaşır makinesi, buzdolabı -ki onlar da enerji açısından düşük modellerdir- dağıtan hükümetlerimizin tarım ve sanayileşme politikaları da bundan aşağı kalmaz.

Mesela; İstanbul’un Terkos, Sazlıdere gibi su havzalarını yok edip 189 kilometre uzaklıktaki Düzce-Melen havzasından İstanbul’a su taşımayı marifet saymak… Hem iklime, hem havaya hem de ormana, toprağa zararları ortada iken, “yerli kömür”e dayalı enerji üretimini, termik santrallerin sayısını arttırmayı milli dava haline getirmek… Tarımda verimliliği yani şirketlerin kârlılığını arttırmak için su tüketimi her yıl artan endüstriyel tarıma tam gaz devam etmek… Kırsal bölgeleri kentlere göçertip, Yeşil Yol Projesi, maden ihaleleri ile hem kırsaldaki su ve orman varlıklarını hızla tüketen hem de mega-kentlere biriken nüfusun su ihtiyacını gidermek için başka havzaları sömürmek… Sıralamakla bitmiyor!

Verilere göre Türkiye’de kişi başı yılda bin 350 metreküp kullanılabilir potansiyel su varlığı var. Bu oran hem OECD’nin hem de Avrupa Birliği’nin ortalamalarının altında. Ancak binin altındaysa kıtlık başlıyor, 500’ün altına düşerse mutlak kıtlık sayılıyor. Türkiye’nin de hızla bu yönde ilerlediğini söyleyebiliriz. İklimsel değişiklerin etkisi, tarım, sanayileşme ve kentleşme politikalarının berdevam etmesi ile mevcut su varlığının da hızla yok olarak yakın zamanlarda mevsimsel kuraklığın yanında su kıtlığı çekeceğimizi söylemek kahinlik sayılmaz.

Dünya fani ama insan ve doğa düşmanı bir sistemde yaşıyoruz. İklim krizi gibi kuraklıkla da mücadele etmek için bireysel çarelerin -evet bütün tasarruf tedbirlerini uygulayalım- yetmeyecektir. Toplumsal sorunlara toplumsal çözümler geliştirmek zorundayız. Acil çözüm tedbiri olarak; birincisi her yerde şirketlerin su, orman ve toprak varlıklarını yok eden projelerine karşı var gücümüzle direnmek, yaptırmamak. İkincisi de bütün bu yıkım projelerine her türlü destek ve teşviki sağlayan mevcut siyasal iktidardan kurtulmak için daha çok çalışmak… Çünkü en bilimsel, en teknik bir konu bile olsa belli sınıf gruplarının ekonomik çıkarları doğrultusunda hayata geçirilen siyasi kararlarla bu felaketleri yaşıyoruz. Bu yüzden kuraklık ve kıtlık meselesi bile politiktir. Önce bunları yapalım, sonra da dünyanın sonu ne olacak diye dertlenmek yerine kapitalizmin sonunu nasıl getireceğimizi düşünmek zorundayız.

Cemil Aksu
Cemil Aksu
Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirdi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yüksek lisans yaptı. Sudan Sebepler, Türkiye'de Neoliberal Su-Enerji Politikaları ve Direnişleri kitabının (Sinan Erensü ve Erdem Evren ile birlikte) ve Ekoloji Almanağı 2005-2017'nin (Ramazan Korkut ile birlikte) editörlüğünü yaptı. Birçok dergi, gazete ve internet sitesinde yazıları yayımlandı. Polen Ekoloji Kolektifi aktivisti.

Yazarın Diğer Yazıları

Bu yüzyıl melankoli çağı mı olacak?

Lars von Trier’in filmi “Melancholia”da ağır ağır Dünya’ya yaklaşan “ölüm meleği” Melancholia gezegeninin yaratacağı kaçınılmaz sonucunu bilmenin zorluğu içinde bireysel varoluşumuzun dayanağı anlamların kifayetsizliğini...

Savaş, kıyamet, gelecek

Kapitalizm ve onun siyasi biçimi olan ulus/devlet hakkında en azından 200 yıldır sayısız analiz yapıldı. Son 50 yıldır da ulus/devlet biçiminin aşılması gerektiğini ya...

Her yer Akbelen… Ama her yer!

Muğla’ya bağlı İkizköylüleri ve onlarla beraber Akbelen ormanını savunanları günü gününe izledik. Bazılarımız kanıksamış olabilir ama bu “olağanüstü” bir durumdur. Bir kere zaten “olağanüstü” bir...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img