Tsey Rengin Yurdakul’la Sohbet – Babalar Günü

0
518

Babamı 1 Ekim 1985 sabahı, 63 yaşında geçirdiği bir kalp krizi neticesi kaybettik. Bu kadar ani bir ilahi karar herhalde hiç kimsenin beklediği şey değildir. Bizler ve tanıyan herkeste derin bir şok yaratmıştı bu olay. Oysa tam bir hafta önce Jabağı’nın sünnet düğününde Resmiye Abla ile wuig yapıyordu.

Babamın bütün sıkıntılara, takip ve dinlemelere rağmen Kafkasya ile bir şekilde mektuplaştığını, hiçbir resmi sıfatı olmamasına rağmen dernek yönetimlerinde de sözü dinlendiğini ve hatta Ürdün, Suriye, İsrail, Yugoslavya, Almanya, Amerika’da yaşayan pek çok Çerkesi tanıdığını, görüştüğünü biliyorduk ama bilmediğimiz yanlarını da arkadaşlarından öğrendik.

İstanbul Abhaz Kültür Derneği’nin aktif büyüklerinden olan Enver Amca (Derinbay) hastalanmıştı. Komiteden Emel ile evlerine ziyaretine gittik. “Nasıl oldunuz” gibi birtakım rutin konuşmalardan sonra birden “Babanla nasıl tanıştım, biliyor musun?” dedi Enver Amca. “Bir gün emniyet müdürlüğünde koşuştururken bir polis arkadaş ‘Ya, bir abimiz Abazaca bilen polis arıyor’ dedi. ‘Allah Allah ne yapacakmış acaba, sıkıntılı bir durum mu var yoksa’ diye düşünerek ‘Ben Abazaca biliyorum’ dedim. Arkadaş bana bir adres verdi, ‘Telefoncu Hasan’ı bulacaksın’ dedi ve ben böylece Bankalar Caddesi, Banka Sokak 4 numarayı öğrendim. Daracık bir merdivenden 2. kata çıktım. Tamamı cam olan ve Merkez Bankası’na bakan cumbada kendisini, telefon eden herkese Kel Hasan diye tanıtan kilolu bir adam oturuyordu. Kendimi tanıttım, kendisine yönlendiren arkadaşın adını da verdim ve ‘Anadilim Abazaca ve çok iyi konuşurum’ dedim. ‘İyi, öyleyse şimdi limana gideceğiz, bir Rus gemisi var. İçinde de bir grup Abaza gelmiş, onları gemiden çıkaracağız’ dedi. O yıllarda Rusya’da yurtdışına sadece Politbüro ile KGB üyeleri ve sanatçılar çıkabiliyor, otellerinden ise alışverişe bile yanlarında mutlaka Intourist’ten elemanlar ile birlikte gidebiliyorlardı.

Gemi ise bir gün önce gelmiş ve o gün akşam demir alacağından gelenler gemiden ayrılamıyorlardı. Hemen Emniyet Müdürlüğü’ne gittik, başkomiserle görüştük, başkomiser bir-iki yere telefon etti ve yolcularla ilgilenebileceğimiz iznini aldık. Yanımızda bir başka görevli ile derhal rıhtıma gittik, Hasan Bey’in elinde gelenlerin birkaçının ismi vardı. Gemiye çıkıp anons ettirdik, Intourist görevlisiyle birlikte iki erkek geldiler. Ben bir kişi ile konuşurken diğeri de görevliye Rusça tercüme ediyordu. Karşılıklı kimlerden olduğumuzu öğrenince tekrar hararetle sarıldık. Sonra onlara gruplarını gemiden alıp gezdirmek istediğimizi ve bunun için iznimiz olduğunu söyledik. Kendi aralarında Rusça konuştular, görevliye belgemizi de gösterdik. Görevlinin de bizimle birlikte olması kaydıyla izin aldıklarını söyleyip diğer arkadaşlarına da haber vermek için kamaralarına gittiler.

10-15 dakika bekledikten sonra Intourist görevlisi ile birlikte 7 erkek, 2 kadın geldiler. Yeniden tanıştık, sarıldık, aralarında gözleri dolanlar oldu falan. Sonra gemiden indik, önce beraber yemek yiyip sonra taksilere binerek Kapalıçarşı’ya gittik. Hasan Bey onları II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’ye gelen ve çoğunluğu kuyumculuk yapan Kafkasyalı hemşerilerin yanına götürdü. Orada hem daha rahat konuştular hem de biraz alışveriş yaptılar. Tabii ki yasaklardan ötürü yanlarında fazla bir şey götürme imkânları yoktu. Hava kararmaya başlayıncaya kadar deliler gibi konuştum, Hasan Bey Abazaca bilmediği için hep dinledi ama çok mutylu olduğu her halinden belli idi. Gemiye dönme vakitleri gelmişti. Limana geldik, vedalaşmamız oldukça uzun sürmüştü. Kaptanın ve görevlinin itirazları ve ikazları ile gemiye bindiler ve güverteye çıktılar. Biz de aşağıda geminin demir almasını bekliyorduk ki güverteden WARA diye başlayan bir ağıt yükseldi. Limanda koşuşturan kalabalık da bir an ne oluyor diye dondu kaldı. Hasan Bey de ben de ağlayarak el sallıyorduk. Onlar da ağlayarak el sallıyor ve o muhteşem ağıda devam ediyorlardı.”

İki yıl önce, arkadaşlarının arzusu ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği yöneticilerinin büyük katkıları ile babam için bir anma gecesi düzenlendi. Çok sevdiği bir arkadaşı Ankara’dan gelmişti. Anılarından bir tanesi bana en çok dokunandı. Evet, biliyordum, babam her cenazede fotoğraf çekerdi. O fotoğraflar ise eve gelmezdi, oysa yazıhanesinde dururmuş. Saim Bey “Bir gün Ankara’dan geldim ve direkt Hasan Bey’e, yazıhanesine gittim” diye anlatmaya başladı. “Beni görünce acele ayağa kalktı ama o arada masanın üzerinden yere fotoğraflar saçıldı. Hemen toplamaya çalıştı, ben de yardım etmeye eğildim, ama bütün fotoğraflar cenaze fotoğrafları idi ve arkalarına da ada no, pafta no gibi açıklamalar kaydetmişti. Çok şaşırmıştım ve hemen de sordum tabii. ‘Hasan Bey nedir bunlar, ne yapacaksın bu fotoğrafları?’ deyince ‘Saim Bey bir gün gelecek sınırlar açılacak ve gidip gelmeye başlayacağız. Geldikleri zaman bizlere akrabalarını sormayacaklar mı? Bilmiyoruz, görmedik mi diyeceğiz? En azından mezar yerlerini gösterebiliriz diye topluyorum’…” dediğini anlattı. Gururlandım. Pek çok kişiye Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndan burs alabilmesi için kefil olduğunu biliyordum ama o gece hiç tahmin etmediğim başka isimlere de yardım ettiğini öğrendim.

Geçenlerde kuzenim Recep ile köye gidip biraz bilgi bulabilir miyiz acaba diye konuşurken anlattı. “En son köye kadastro geldiği zaman öğrendim ki köyün büyük bir bölümü hâlâ dedemin üzerine kayıtlı. ‘Amca hayatta olan tek vâris sensin, tapular için senin başvurman gerekir’ deyince ‘Bunca zamandır ekmeğini o topraktan çıkaranları yerlerinden yurtlarından edemem’ diye tarlaların tapularını almaya başvurmadı bile” dedi.

Yaşamın anlamı ölümünün ardından geçen onca senelere rağmen hâlâ konuşulabilmek değil midir?

Bu vesileyle tüm ahrete göçmüş babalarımızı, atalarımızı saygı ile anıyor ve Allah’tan rahmetler diliyorum.

 

İstanbul, 20.04.2017

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz