Bölünmüş hayatlar 2. Bölüm

0
567

Yıl 1919…

Anadolu, harmanlardan sonra kaynayan bulgur kazanları gibi kaynıyordu. Yöresel çeteler, asiler, asker kaçakları, Müdafaai Hukukçular, Kuvayı Milliyeciler, Kuvayı Seyyareciler, Anzavurcular, padişah yanlıları, mandacılar, hilafetçiler hepsi bir yerlerden çekiştiriyor, kimin kaybedip kimlerin kazanacağı henüz belli olmayan bir mücadele sürüp gidiyordu.

O günlere ait bir şifreli telgraf, kendi açısından Adapazarı-İzmit bölgesinde olanları Sivas’taki Heyyeti Temsiliye Başkanlığı’na şu şekilde bildiriyordu:

“Sayı. 1367

Çözülmüş şifre

Çok ivedi

Sivas’ta 3. Kolordu Komutanlığı’na

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi Başkanlığı’na:

Adapazarı ilçesinin Akyazı yöresinde Talustan Bey ve İstanbul’dan para ve direktifle gelerek süvari olacaklara otuz, piyade yazılacaklara on beş lira vaat eden Bekir adında birisi ve Geyve Altıncı Daire Tahsildarı Sapanca’nın Avşar köyünden Beslan adındaki adamların, başlarına topladıkları atlı ve yaya kişilerle Adapazarı kasabasını basıp yağma edecekleri, yerinden haber alınarak ilçe kaymakamı ve İzmit’ten gönderilen bir binbaşı, Çerkez ve Abazadan 20-25 kadar atlı ile 200 bin ölçeğindeki haritada Lütfiye köyü yakınında Çarka köyünde buluştukları; davranışlarının nedeni sorulduğunda padişahın yaşayıp yaşamadığını ve halifelik konumunda olup olmadığını öğrenmek için Adapazarı’na makine başına gelmek istedikleri ve Mustafa Kemal Paşa’yı padişah olarak kabul edemeyeceklerini söylediklerini, ilçe kaymakamı makine başında sancak mutasarrıfına bildirmiş ve bunların amacının, yönetimi devirmek olduğu, direktiften İstanbul’da önemlice kişilerle ilişkileri olduğu, dahası, bu yaptıklarından padişahın da bilgisi olduğunu söyledikleri bildirilmiştir. Durum hemen kolorduya bildirilerek kuvvet istenmekle birlikte ilçe kaymakamının, Adapazarı’na gönderilmiş olduğu evvelce belirtilmiş olan birliği arabalarla Hendek doğrultusunda yola çıkarttığı ve kendisinin de dağılmaya başlayan bu kişileri Hendek’e doğru izlediği ve sözü geçen Bekir’in toplanan kişilere, ‘İngilizler bu iş için bir hafta süre tanıdılar, beş gün geçti, iki günümüz kaldı, işi çabuklaştıralım’ diye konuştuğu, sözü geçen kaymakam tarafından ek olarak bildirilmiştir. İşin genişlemesine meydan bırakmamak ve silah patlamadan bu kişileri birbirinden ayırıp Bekir denilen melunu yakalamak için sancak mutasarrıfı ile birlikte Jandarma binbaşılığından emekli Hafız, yine binbaşılıktan emekli çiftlik sahiplerinden ve İzmit Merkez Kurulu İkinci Başkanı Çerkez Kâzım ve Sapanca’dan Zafer beyleri, adı geçen yere göndermeye karar verdik. Bu kişilerin girişiminden bir sonuç alınacağı beklenmekte ise de kuvvet göstererek baş eğdirmek de pek gerekli olup birliğin gidişinin sonucu ayrıca bildirilecektir. Bu sorunla ilgili olarak İstanbul’da Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin temsilcisi ya da çok namuslu, vicdanlı, bildiğimiz muhafız ve tümenin bağlı olduğu 25. Kolordu’nun komutanı ve yeni tutsaklıktan dönen eski Yemen Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Çerkez Ali Sait Paşa’dan bu işin nerelere ve kimlere kök saldığını sorup öğrenmek uygun gibi düşünülmektedir. Ali Fuat Paşa Hazretleri tarafından da Düzce taraflarına bir miktar kuvvet gönderilmesi çok önemlidir. Durum bilginize sunulur Efendim.

Birinci Tümen Komutanı

Mustafa Asım

İzmit, 20.10.1919”

Karasu dolaylarında İpsiz Recep çetesinin hükmü sürüyordu. Zaman zaman Kuvvacılarla da işbirliği yapan İpsiz Recep’ten rahatsız olan diğer guruptan insanlar, kasabayı, köyü terk ediyor, diğer yerlerdeki akrabalarının yanına gidiyorlardı.

Sehime kadın da kızı Lütfiye ile birlikte yaşadığı ocağından ayrılmak zorunda kalmış, İstanbul’a doğru yola çıkmıştı. İstanbul’da akrabaları vardı. Onların yanına mı gitse, yoksa Eskişehir’deki baba ocağına mı sığınsa, bilemiyor, tereddüt içinde kalıyordu. O kargaşada kader onu İzmit’e attı.

İzmit ana baba günüydü sanki. İstanbul’dan Anadolu’ya geçenler, Anadolu’dan İstanbul’a, Marmara’ya, Ege’ye geçenler hep orada toplanıyordu. İnsan kalabalıkları hep hareket halindeydi. Yerli Ermeni, Rum ve diğer azınlıklar telaş içinde, can derdine düşmüş, İzmit Körfezi’ne gelecek İngiliz vapurunu bekliyorlardı.

Sehime kadın o telaş içinde konuştuğu Abaza ve Adigelerden derlediği bilgilerle ve onlardan bazılarına katılarak yolunu İzmir’e çevirdi. Oradan, o nereye gittiği belli olmayan topluluklara katılarak bir sandala binip soluğu açıktaki vapurda aldılar. Ana kız şaşkın halde kendilerini Midilli’de bulmuşlardı.

Ana kız orada kalakaldılar; sahipsiz, kimsesiz…

Sehime kadın baktı olmayacak, kimi görse, kimi yakalasa “İzmir’e giden var mı?” diye soruyor, bir çıkar yol arıyordu. Sonunda birini buldu, ona yalvar yakar kısa bir telgraf çekmesi için not ve adres yazılı kâğıt ile telgraf parasını vererek sonucu beklemeye koyuldu.

Güvenmekten başka çaresi yoktu…

Bekledi, aylarca bekledi, bir yılı doluyordu ki Eskişehir’den kardeşi Aşamba Harun çıkıp geldi. Ana kızı o hengâmeden alıp İzmir’e, oradan da Eskişehir’deki baba ocağına götürdü.

Çile bitmişti…

Gerçekten bitmiş miydi? (Devam edecek)

Önceki İçerikOubykh Mektupları Ağustos 2023
Sonraki İçerikAnavatana ilk dönenlerden: Çetaw Ahmet
Jiy Zafer Süren
1951’de Samsun’da doğdu. Üniversite’yi terk etmiş ve muhasebeci olarak çalışarak emekli olmuştur. Çeşitli dergilerde şiir ve araştırma yazıları yayınlandı. Kafkasya üzerine yayın yapan, As Yayın’ın kurucuları arasında yer aldı. “Çipxe, Kafkas Aile Armaları” (derleme) ve “Tama Bahar Gelmeyecek” (şiir) isimli iki kitabı vardır. Nisan 2008 itibariyle Jıneps gazetesi yazarları arasında yer aldı, Ocak 2011 tarihinden bu yana yayın kurulu üyesidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz