Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

KDHP’li (*) yıllarda Ortadoğu

Osmanlı İmparatorluğu çöktüğünde birçok Arap esaretten kurtulduğuna inanıyordu. ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın 14 madde kapsamında sözünü ettiği ulusların kaderlerini tayin hakkı temelinde bir Arap krallığı kurulacak, geçmişin görkemi geri gelecekti.

Oysa Arapları acı bir sürpriz bekliyordu. Yeni dünya düzeni Wilson’ın değil, Avrupa’nın prensiplerine göre şekillenecekti.

1919 Paris Barış Konferansı’nın ardından Arap dünyasına modern devlet sistemi, yani Westphalia düzeni egemen oldu. Orta ve Güney Arabistan dışındaki tüm Arapça konuşulan topraklar kolonyal rejimlerle yönetilmeye başladı.

Fransa, Suriye ve Lübnan’da cumhuriyetçi bir yönetim benimsedi. Buna karşılık İngiltere, Irak ve Mavera-i Ürdün’de anayasal monarşi sistemini uyguladı. Filistin bir istisnaydı. Burada Yahudilerin kayrılması nedeniyle iki halk ortak bir devlet kuramadı.

Kolonyal güçler Ortadoğu’da çok sayıda Arap ulus-devleti kurdular. Ne var ki bunların başkentleri, sınırları, parlamentoları Arap milliyetçileri için hiçbir şey ifade etmiyordu. Westphalia düzeni Araplara sadece yıkım getirmişti.

Bu durumdan kurtulup saygın bir dünya gücü olmanın tek yolu Arapların siyasi birliğinin tesis edilmesiydi. Oysa sahadaki durum meşru siyasi aktör olarak Arap ulus-devletlerine işaret ediyordu.

İki dünya savaşı arası dönemin başat konularından biri, ulus-devlet milliyetçilikleri (vataniye) ile pan-Arabizm (kavmiye) arasındaki bitmeyen gerilimdi. Arap devletlerinin bağımsızlıklarına kavuştukları 1940’lı ve 1950’li yıllarda ulus-devletler kalıcı hale gelmişlerdi.

Ama ortada bir sorun vardı: Arap sokağı bu ulus-devletleri bir türlü içine sindiremiyordu. Onları gayrimeşru görüyordu.

Halk yığınları -özellikle kentli profesyoneller ve başta kent yoksulları olmak üzere onların etki alanına giren geniş kesimler- çözümü pan-Arabizmde arıyordu. Pan-Arabizm bir yandan yapay sınırları kaldırmayı vadederken diğer yandan da ülkeler bazında sosyal reform sözü veriyordu. Emperyalizm ve emperyalizm yanlısı Arap yönetimleri tasfiye edilerek bölgesel ve ülkesel tüm sorunlara çare bulunacaktı.

***

Peki, tüm bunlar olup biterken Ortadoğu’da beş parçaya bölünmüş (Suriye, Mavera-i Ürdün, Filistin, Mısır, Irak) Çerkes diasporası ne durumdaydı?

1920’li ve 1930’lu yıllarda Çerkes diasporasının üst aklı, Avrupa’da faaliyet gösteren Kafkasya Dağlıları Halk Partisiydi (KDHP).

Parti 1926 yılında Çekoslovakya’da kurulmuş, kısa süre sonra Polonya’ya taşınmıştı. KDHP “eski” (1864-1878) ve “yeni” (1921) muhacereti kendi çatısı altında toplamayı hedefliyordu.

Bu bakış açısıyla Suriye (1928), Mavera-i Ürdün (1932) ve Mısır’da (1932) partiye bağlı dernekler kurduruldu.

Bu beş ulusal merkez içinde itici güç Suriye idi.

Fransız Mandası’nın getirdiği özgürlüklerden yararlanan Emin Semguğ önderliğindeki Çerkesler bilhassa en yoğun bulundukları yer olan Golan Tepeleri’nde kültürel bir uyanış yaşadılar.

Bir Anglo-Haşimi proje olarak kurulan Mavera-i Ürdün Emirliği’nde yaşayan Amman Çerkeslerinin hikâyesi ise daha farklıydı. Anılan dönemde rejim meşruiyetini halka kabul ettirdi, halkın rızasını alarak ülkeyi yönetti.

Rejim dört tabakanın desteğini alarak ayakta kalmayı başardı:

1. “Kralın adamları” (King’s men) adı verilen siyaset sınıfı;

2. Kentli tüccarlar;

3. Çiftçiler;

4. Bedevilerden oluşan ordu.

Haşimi Hanedanı’nın yanında duran kesimler arasında Çerkesler de vardı. Çerkeslerin bu dört tabaka içinde ağırlıklı olarak çiftçiler ve ordu kategorilerinde yer aldıklarını düşünmek doğru olur.

Mısır 1930’lu yılların ortasından itibaren Arap kimliğiyle barıştı ve Mısır milliyetçiliğini geride bıraktı. Bu sürecin ucu, 1950’li yıllarda Cemal Abdülnasır’ın iktidarına çıkacaktı.

Filistin Mandası’nda yaşamını sürdüren Kfar Kama ve Reyhaniye köylerinin nüfusu siyasi özne olamayacak kadar azdı. Yahudi-Arap çatışmasının kıyısında kalmaya çalışarak -ve bunu başararak- bu dönemi geçirdiler.

Çeçen, Dağıstanlı ve Çerkes toplumlarının yaşadığı Irak, iki dünya savaşı arasında Arap ulusçuluğunun kalesiydi. Ülkenin lakabı “Arap dünyasının Prusya’sı” idi. Dönemin simge isimleri arasında Sati el-Husri vardı.

***

1918 sonrasında Ortadoğu’ya egemen olan Westphalia düzeninin Çerkeslere iki yönlü etkisi oldu. Negatif yanıyla, Çerkes kolonilerinin farklı ulus-devletler arasında bölünmesine yol açtı.

Pozitif olarak ise ulus-devlet milliyetçiliklerini güçlendirdi, Çerkes kolonilerini hedef alması muhtemel olan pan-Arabizm rüzgârını zayıflattı.

İki dünya savaşı arası dönem -Ortadoğu Çerkesleri açısından- titizlikle incelenmesi gereken bir zaman dilimidir.

Konu bölge, ülke ve spesifik diaspora düzlemlerinde ayrı ayrı ve mukayeseli olarak ele alınırsa kanımca doğru bir yöntem izlenmiş olacaktır.

 

(*) KDHP: Kafkasya Dağlıları Halk Partisi, 1926-1939.

Yazarın Diğer Yazıları

Post-Esad dönem ve Çerkesler

Suriye “sahasında” 8 Aralık gününden beri yaşananlar akla üç olası yönelimi getiriyor: 1) Suriyeli Çerkeslerin “yalnızlığının” derinleşmesi; 2) İsrailli Çerkeslerin özgül ağırlığının artması; 3)...

İkinci Dünya Savaşı’nda Maykop petrolleri

Almanlar Kafkasya’ya petrol yataklarını yağmalama umuduyla girmişlerdi. Adolf Hitler Temmuz 1941 tarihli, 33 numaralı talimatında, Güney Ordu Grubu’nun Don’dan hareket ederek Kafkasya’ya gireceğini duyurdu....

Çerkeslerin “yalnızlığının” mantığı

Manda Suriye’sinde Sünni “çoğunluk” yeknesak değildi. İçinde Çerkesler, Kürtler, Türkmenler gibi etnik ve dilsel açıdan Arap olmayan gruplar vardı. Suriye’de Arap ulusçuluğunun en sadık takipçileri,...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img