1965-1980

0
1062

Sevgili dostlarım, İstanbul’a ilk gelişim 1965 yılı sömestr tatili dönemidir. Ve doğal olarak ilk ziyaretim Esenler’de oturan ailemedir. Esenler’in o tarihlerde ismi anıldığında pek çok İstanbullunun ilk sorusu “Nerede?” olurdu. Topkapı’dan Esenler’e pek çok zaman yaya olarak giderdik. Zira belli bir saatten sonra, taksiciler bile oraya gitmemek için ortalıktan kaybolurlardı. Gidinin arazi rantçıları!.. İstanbul’da ilk görev yerim, Ayazağa’da binicilik okulu oldu. Her gün Esenler’den Ayazağa’ya göreve gitmenin koşullarını bugün kime nasıl anlatabilirim?

Sevgili dostlarım, yine bir pazar günü Çerkesçeyi kusursuz konuşan, sevecen ve nüktedan bir ağabey veya amca diyebileceğim bir konuğumuz oldu. Rahmetli Hasan Yurdakul (цей). Evimizin bir sokak bitişiğinde, şimdi ismini hatırlayamadığım, annesi ile oturan genç bir akrabasını ziyarete gelmiş. Bizim Çerkes olduğumuzu “o genç” söylemiş, onun üzerine ziyarete gelmiş. O tarihten sonra, İstanbul’da tanıştığım pek çok soydaşım, Hasan Amca vasıtasıyla oldu diyebilirim. Özellikle, rahmetli Prof. Hayri Domaniç, Em. Subay Sait Şurdum, rahmetli Yasin Çelikkıran ve rahmetli Dr. Vasfi Güsar’ı sayabilirim. Hasan Amca’yı her fırsat buldukça ziyaret ederdim. Çoğumuzun bildiği adreste… Bankalar Caddesi Karaköy’deki camekânlı mekânda. İlerleyen zamanlarda, hatırladığım kadarıyla Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde “Elhamra Sarayı” isimli işhanının bir katında kültürel faaliyet çalışmaları yürütülüyordu. Oranın da yönetim sorumlusu Tacettin Tok’tu (öyle hatırlıyorum). Kendisiyle orada tanıştım. Çalışma odasının iç yan duvarlarında bir kısmı elyazması haber ve düşünsel yazıları içeren kâğıtlar asılıydı. O arada genç ve sarışın bir delikanlı da Tacettin Tok’a yazmanlık yapıyordu. Sonradan ilahiyatta okuyan Fahri Huwaj olduğunu öğrendim.

Sevgili dostlarım, o yıllar, yani 1965’ten 1980’li yıllara dek geçen zaman diliminde İstanbul’da okuyan, çalışan veya yaşayanlar, kesintisiz her gün olağanüstü bir olay yaşamışlardır. Bunların en önde olanı, “DEVRİMCİ-ANTİDEVRİMCİ” mücadelesi ve kavgasıdır. Bu iki blok ne acıdır ki ölümüne savaştılar. Nedeni, niçinini ve sonucunu şu anda içinde bulunduğumuz manzara-i umumiyesinde değerlendirebilirsiniz! Şimdilerde, sessizce ama içten içe süren, taraflılık cepheleşmeleri gibi.

Elbette ki, Çerkes insanları da bu cepheleşmenin istisnası değillerdi. En yakınlarım, bu mücadelede inanılmaz bir tarafgirlik içinde idiler. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’ndaki cepheleşmenin devamını anımsatıyordu. Ne gariptir ki, bugün de değişen pek bir şey yok. Sadece isim ve içerik farklı. Mevcut yasal kuruluşlarımız olan derneklerimiz de bu durumdan nasibini alıyordu. Bu atmosfer içinde anadil, anavatan, kültürel hak ve faaliyetler kendi içinde kırık kristal vazo parçaları gibi idi.

Sevgili dostlarım, bu durumu sadece ben yaşamış ve ben biliyorum havasında değilim. O halde neden yazıyorum? Yanıt; ben, işkolum gereği, bu sıcak mücadelenin dışında idim. Sadece fikren taraf olduğum, sol cenahtı. O günün koşullarında, doğrusu bu idi. Halen de öyle… Yazım devam edecektir…

NOTLAR:

1-Sadece öğrenmek için, ilgililerine arz ediyorum. Müslümanlık veya İslamiyet inancında bilinen ritüeller var. Kelime-i   Şahadet, Namaz (Salat), Oruç, Zekât ve Hac. Sıradan herhangi bir Müslüman insanı, bunları bilir.

a-Zekâtı belli oranda maddi durumu uygun olanlar…

b-Hac da öyle. Bu iki ritüel, şartlara bağlı. Haydi, namazı eda edenlerle zekâtı verenler iyi kötü görülür ve bilinir. Ama Kelime-i Şahadet getirenlerle oruç tutanları bilemiyoruz. Gelelim, Hac ibadetine. Bildim bileli, bu ibadeti eda edenler uğurlanırken, karşılanırken ve hatta döndükten sonra da, ayrıcalıklı bir durum kazanıyor. Neden? Yolculuğu gerektiren ve bu nedenle farklı hazırlıklarla “özel örtünme” buyruk ve koşulları doğrudur. Ancak, bu ritüelin bunca reklamı doğru mudur? Bu anlamda, oruç ibadetinin de daha çok mali durumu iyi olanların yerine getirmesi gerekmez mi? Yoksulluğu ve açları anlamaları için…Bir şeyler yapıyor, bir şeyler yazıyor geçinen ben başta olmak üzere burnumuzun dibindeki rahmetli Tevfik Esenç Amca’yı keşfedemedik. Bir Fransız profesör, bizim yapmamız gerekenleri yapıyor ve biz de bununla övünüyoruz. Maşallah!

2-Hiç kimsenin, dini, ırkı ve inancı ne olursa olsun, buna müdahale hakkımız yok. Çerkes olarak doğmayı, coğrafyamı, annemi, babamı ve anadilimi ben belirlemedim. Şayet, Tanrı’nın bir armağanı diyorsanız, bunları korumak Tanrı’ya hizmet değil midir? Kendi köyümden ve hatta yakın akrabalarımdan bu konuda da biraz duyarlı olmalarını hatırlatmak istiyorum. Bu anlamda, kendimizi koruyamamışken, bütün İslam âlemini ve coğrafyasını kurtarmaya gücümüz yetmez. Bunu da, zengin İslam ülkeleri ile burnundan kıl aldırmayan büyük İslam düşünürleri yerine getirsin diyorum. Dilden ve kültürden söz ederken, DİNİ İNANÇ’tan söz ediyormuşum gibi, bir tavra giren dostlarım mevcut. Lütfen!

Sayı: 2020 03

Yayınlanma Tarihi: 2020-03-01 00:00:00