Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Bir alt-etnik kimlik olarak Adige Ermenileri

(Tarihsel ve etnopolitik yaklaşım)

Vakit ayırıp bana yazıda geçen tüm bilgileri aktaran anavatandan değerli sanatçı L’aşe Albert’e teşekkürü borç bilirim.

Jineps’in Ocak 2023 sayısındaki yazım için Nartlar ile ilgili araştırma yaparken bir kitapta alıntılanan bir cümlenin kaynağının ismi dikkatimi çekmişti. Kitabın yazarı olarak “Yermel Teras Atergos (Adige Ermenisi)” yazıyordu. Çok ilgimi çekti. Adige mi Ermeni mi, yoksa her ikisi mi, bu nasıl olabilir ki diye düşündüm. Genelde pek çoğumuzun dikkat etmediği dipnot kısmında kaynak olarak gösterilen silik tek bir cümle, bana bir araştırmanın kapısını açmış oldu. Yermel Teras Atergos bir Adige Ermenisi. Peki, kim bu Adige Ermenileri? Üstelik tarihimizi, kültürümüzü yazacak, kitaplar çıkaracak kadar neler biliyorlar, nerede yaşıyorlar? Anavatandan sanatçı L’aşe Albert’in bu konuya ilişkin anlatımını size aktarmak istiyorum…

1475-1480 tarihleri arasında Kırım Hanlığı’nın tümü Tatarların elinde değildi. Ovalar ve bazı denize kıyı bölgeler Tatarlara aitti. Deniz kenarları daha çok Cenevizlilerin hâkimiyetindeydi. O dönem, dünya ticareti Cenevizlilerin elindeydi; Kırım’da da kaleleri, gemileri, deniz filoları vardı. Kırım’da ayrıca Mangup Prensliği isminde küçük bir devlet daha vardı. Ortodoks Hıristiyan olan Mangup Prensliği’nin yönetici prens ailesi ve askerlerinin tamamı, Çerkeslerden oluşan süvari savaşçılardı. Kırım hanlarının çoğunun annesi de Çerkesti, birbirlerine akrabaydılar. Cenevizliler Çerkeslerden sayıca az olduğu için Çerkesler onları asimile etti. Cenevizlilerin de konuştukları dil Adigeceydi ve kendi dillerini unutmuşlardı. Aynı tarihsel süreç içerisinde Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Hanlığı’nı ilhak etti. Kırım Hanlığı Osmanlı’nın hâkimiyetine girince Cenevizliler ve Mangup Prensliği buna karşı çıktı ancak sonrasında Cenevizliler Osmanlı’ya teslim oldu. Osmanlı’ya karşı gelen bölgedeki bazı Ermeniler Osmanlı’dan sert tepki aldılar. Onların bu isyanından ötürü Osmanlı baskıları artırınca diğer şehirlerde yaşayan Ermeniler bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.

Ermeniler ticaret ehliydi ve zaten Çerkesya ile her zaman bağlantıları vardı. Çerkeslerle dostluk kurmuş, ticaret yapıyorlardı; dolayısıyla bu olaydan sonra Kırım’dan Çerkesya’ya geldiler. İlk Ermeni kafile yaklaşık 800-900 kişiydi. Çerkesya’nın girişinde Janeler (Janey) yaşıyordu. Bir Çerkes boyu olan Janeler, Çerkesya’nın en batısında ve Kırım’a yakındı. Jane prensine sığınmak için dertlerini anlattılarsa da prens onları kabul etmedi ve geri çevirdi. Ermeniler daha sonra diğer Çerkes boylarına da elçi gönderdiler. Şapsığlar, Nathoylar, Abzehler, Bjeduğlar, Çemguylar, hiçbiri Ermenileri istemedi, kendilerine tehdit olarak gördüler. Son olarak Hatkoylar kalmıştı. Hatkoylar o dönem diğer boylara nazaran daha az nüfusa sahipti. Ermeniler son çare olarak Hatkoyların o dönemki prensi Kerkenokua’ya ricada bulundular. “Biz sizinle yaşamak istiyoruz, mümkünse bizi yanınıza alın. Biz ticaret ehliyiz, size zararımız olmaz, aksine faydamız olur. Bu işi profesyonel anlamda biliyoruz, bölgenize para kazandırırız. Siz değerli prense para da veririz, birbirimize kız alıp veririz, dilinizi konuşuruz, biz de Çerkes oluruz. Ticareti bölgenize, sonra da tüm Çerkezistan’a yayarız” dediler.

Çerkesler ticaret yapmayı pek sevmezdi. Çerkesler yiğit olmalıydı, cesur olmalıydı, dolayısıyla ticaret yapmak “haynape” idi. Hatkoy Prensi Kerkenokua bu işi düşündü. Ermeniler çok tatlıdilliydi, üstelik söyledikleri de mantıklıydı. Yiğit, savaşçı Çerkesler onları kabul edip koruyacak, onlar da tüm bölgeye para kazandıracaktı. Prens Kerkenokua bu olumlu düşüncelerle Ermenileri kabul etti. 1500’lü yıllarda Çerkesya’da Ermeniler bir köydü, sonra iki oldu, üç, dört derken çoğaldı. Çerkeslerin nüfusu o zamanlar 1 milyonu geçmiyordu. Ermeniler ise bin kişi civarındaydı. 100 yıl geçtiğinde ise bütün Ermeniler Adige Xabze’yi biliyor ve ona uygun yaşıyor, Adigece konuşuyor, Çerkes yemeklerini biliyorlardı. Artık bütün Ermenilerin Çerkes gelinleri ve Çerkes damatları vardı. Birbirleriyle o kadar uyumlu yaşıyorlardı ki artık simaları dahi Çerkeslerinkine benziyor, ayırt edilemiyordu. Haliyle asimile olmuşlardı ama zaten bunu kabul ederek gelmişlerdi bu topraklara. Dil, kültür, yaşam biçimi açısından asimile olsalar da kendi dinlerini yaşamayı tercih ediyor ama çok belli etmiyorlardı.

Çerkezistan’da ticaret artık Ermenilerin elindeydi. Anapa’dan Kabardey’e kadar tüm ticaret onlardan sorulurdu. İslamiyet’in Kafkas coğrafyasında hızla yayılması bu iki halkın arasını bozmaya başlamıştı. Müslüman olan bazı Çerkesler kendi dinini yaşamak isteyen Ermenilerden rahatsız oluyorlardı.

Rus-Kafkas savaşının Batı Çerkesya’da başlama tarihi 1828-1829 yıllarıydı. Ermeniler Ruslarla da ticaret yapıyorlardı ve onlarla işbirliği içindeymiş gibi görünüp Rusların savaş sırlarını, savaş stratejilerini Çerkeslere iletiyorlardı. Bu sayede Çerkesler önlemlerini alıp ona göre karşı atak geliştiriyorlardı. Ermenilerin bu casusluğu önceleri Çerkesler lehine olsa da özellikle din anlaşmazlıkları sonrasında onları Rus tarafına itecekti. Ticaret dolayısıyla para için Rusun sırrını Çerkese söyleyen, gün gelir Çerkesin sırrını da Rus’a iletirdi. Nitekim öyle de oldu.

General Grigory Zass, Rusların en zalim, en korkunç generaliydi. Aslında Alman olan bu general Ermenilerin iki taraflı casusluk yaptıklarını fark etti ve üç Ermeni taciri yanına çağırıp “Siz hem Çerkesin sırrını bize veriyorsunuz hem bizim sırrımızı onlara. Kimden yanasınız” diye sordu. Ermeni tacirlerden biri cevap verdi: “Çerkesler bizim kardeşlerimiz, 300 yıl önce bizi topraklarına kabul ettiler. Biz artık Çerkes vatandaşı olduk; dillerini, geleneklerini aldık. Biz dilimizle, geleneğimizle Çerkesiz fakat dinimizce Ermeniyiz, dolayısıyla siz Ruslar da din kardeşimizsiniz. Biz her iki taraftanız, ayıramayız” deyince General Zass “Öyle saçmalık olmaz, Çerkeslerleyseniz sizi öldüreceğiz, bizimleyseniz bizimle savaşacaksınız” dedi ve ekledi: “O zaman gidin, toplantı yapın, kararınızı verin, size bir hafta müddet. Toplantıya Çerkeslerle çok ilişkisi olanları çağırmayın, milliyetçi Ermenileri çağırın.”

Ermeniler üç gün tartışmalı bir toplantı yaptılar. Birçoğu Çerkeslerle ölmeyi kabul ederken bir kısmı “Ruslar dindaşımız” dedi. Bir Ermeni yaşlısı çıktı ve “Biz çok olaylar yaşadık. Bu topraklara savaşmak için Nogaylar da geldi, Kırım Tatarları da… Çerkesler kim geldiyse kazandı fakat şimdi Ruslar çok güçlü, biz Rusya’ya katılırsak kurtuluruz, Rus tarafına geçelim” dedi ve General Zass’a kararlarını bildirdiler. Bu duruma memnun olan General Zass “Gece ateş yakmadan sessizce Kuban-Psıj Nehri’nin karşı tarafına geçin, bizim askerlerimiz sizi orada karşılayacak” dedi. Sadece 500 Ermeni, Çerkeslerle kalıp mücadeleye ortak oldu, diğerleri o gece Psıj Nehri’nden öteye, Rus tarafına geçti. Ermeniler gizlice nehri geçerken bir Nogay çoban onları gördü ve Hatkoy Prensi’ne haber verdi. Bu durum prensin çok zoruna gitti. Nitekim sonrasında tüm Ermeni köylerini yaktırdı. General Zass, Kuban Nehri’nin kenarına Ermenilere köy kurdurdu. Köyün dört mahallesi vardı; Hatkoy, Yecerıkuey, Cavurhable, Hakuphable. Ermenilerin başşehri o zamanlar Cavurhable’ydi. Daha sonra isim değiştiren bölge Yermelihable adını aldı.

Savaştan sonra yaralı Çerkeslerin birçoğu Ermenilerin yanında çalıştı. Savaşta babası ölen Çerkes çocuklarını, Hıristiyanlığı öğretmek suretiyle nüfuslarına aldılar. Bu arada Ermeniler kendi çocuklarına da nüfusta Çerkeso-Hay (Çerkes Ermenisi) yazdırıyorlardı. Buna rağmen yıllar geçse de bölgede halen Adige dili konuşuluyordu çünkü kendi dillerini bilmiyorlardı. 1861 yılında Ermenilerin yanında çalışan Çerkesler, Ermeni köyünü terk ederek 30 km mesafede kendi köylerini kurdular. Köye “kendi başını satın alan” anlamındaki “Shha Shehuj” ismini verdiler.

Armavir şehrinde halen Ermeniler yaşamakta. İlginçtir ki, hiçbiri Ermenice bilmiyor, hepsi Adigece konuşuyor, Çerkes gelenekleriyle yaşıyorlar. Hatta kendilerine ait bayrakları da var. Ne var ki savaştan sonra Rus İmparatorluğu Armavir’de Rusça ve Ermenice okul açmak istedi fakat Ermeniler kabul etmedi. Adigece eğitim almak istediklerini belirttiler ancak dönemin Rus devleti bunu kabul etmedi. Rusya’nın derdi aslında Armavir’deki Ermenileri Rus yapmaktı, olmadı. Ermeni kalsınlar istedi, o da olmadı. Bütün Ermeniler Çerkes olarak kaldı, sülale isimleri dahi Çerkes sülale isimleriydi. Ermenilere Rus soyisimleri de verildi fakat bu çok da önemsenmedi çünkü Rus-Kafkas savaşının ardından Çerkesler Osmanlı’ya göçe mecbur edildikten sonra Armavir adeta Ermeniler tarafından Çerkes kültürünün başkenti olmuştu. Ermeniler ticaretle uğraşıyordu, paraları vardı, sanata meyilliydiler. Tiyatro, festivaller, çeşitli sanatsal faaliyetleri Adigece yapabiliyorlardı. 1908 yılında ilk Adigece tiyatro olan “Pshım yi Pshashe” yani “Prensin Kızı” adlı oyun Adige Ermenileri tarafından sahnelendi. Düğünlerini Çerkes âdetlerine göre yapıyorlardı; hatta bu durum, o dönem bir atasözüne dahi konu olmuştu: “Çerkesçe bilmiyorsan Ermeniye sor.”

1917 devriminden sonra Ermenilerin mallarına el kondu. Armavir artık şehir olmuştu ve yönetimi Ruslardaydı. Armavir’deki Ermenilerin en az yarısı Bolşevik ihtilalinde kapitalist olma suçuyla öldürüldü. Kalanlar ise zor şartlarda yaşadılar. Çerkes Ermenisi kimliklerini gizlediler. Ruslarla evlenmeye çalıştılar. Sonuç olarak Sovyet yönetimi Çerkes Ermenilere baskıyı artırdı ve çok zarar verdi. En son kalan Adige Ermenisi sayısı yaklaşık 400 ailedir. Günümüzde Adige Ermenilerinin yaşadığı yerler Batı Çerkesya’da Rostov, Armavir, Maykop, Krasnodar civarıdır.

 

Kaynakça

-Çerkesya’dan Savaş Mektupları, James Bell

-Çerkes Tarihinin İkonik Olayları (XV-XVII. Yüzyıllar), Zaurbek Anzoroviç Kojev

-История Армавира и Черкесогаев, Щербина Ф. А., Вернисаж Истории, статуэтки, подарки (https://vernissage-history.ru/catalog/item-3084/)

Yazarın Diğer Yazıları

Çerkes müziğinin dünü, bugünü ve yarına aktarımı

Kültürel bellek mekânı olarak sözlü kültür ve müzik Çerkes müziğinin dünü, bugünü ve yarına aktarımı “Nart Aşemez çok tanınan biriydi. Düzgün bir fiziği vardı, güzel giyinirdi....

Geçmişin Çerkes mutfağından gelecekteki sofralara…

Sürdürülebilir gastronomi Sürdürülebilirlik, özellikle çevre ve iklim konularında sıklıkla karşımıza çıkan bir kavram olsa da, sadece çevresel değişim ve gelişmelerle sınırlı değildir. Sürdürülebilirlik esasında kelime...

İçsel dönüşümün izleri…

Bir keşif yolculuğunda Setenay Özbek İçsel dönüşümün izleri... Ressam Setenay Özbek ile sanatı, eserleri ve “Dönüşüm” adlı son sergisi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Ulusal ve uluslararası...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img